Nerede ise 45 yıla yakın bir süredir oyun oynuyorum. Hiç unutmam ilk oynadığım oyun Space Invaders idi. Yıl sanırım 1977-78 gibi bir dönemdi. Daha okula bile başlamamıştım. Yazlık bir yerde, bir akrabamızın evinde misafirdim. Sabahları erken kalkma derdinin olmadığı, bütün gün aylaklıkla dolaşabileceğin zamanlar.
O zamanlar Atari oynamak büyük lüks. Jeton alıyorsun, hakların ya da süren bitene kadar oynuyorsun. Günlük bir jeton hakkım olduğu için standart olarak ondan sonra oynayanların yanında izleyici olarak yer alıyordum. Hayatımın en eğlenceli aynı zamanda beni bugünlere hazırlayan en önemli olaylardan biriydi.
Sonrasında ise uzunca bir süre ne bilgisayarım ne de oyun oynayabileceğim konsolum olmadı. Ya arkadaşlarımın evinde ya da Atari solanlarında bir şekilde bu sevgimi tatmin ettim. Ta ki 1983 (82'de olabilir. Tam emin olamıyorum) yılında ailemin aldığı Commodore 64'e kadar. Benim için her şeyin değişmeye başladı zamandı. Başladığım bir oyunda karaktere bürünüyor, takıldığım bölümleri gece rüyamda çözüyordum. Beni iyice içine almıştı. Merak etmeyin, derslerimi de hiç ihmal etmezdim.
Yavaştan oyun tercihlerim gelişmeye, neleri aradığımı çözmeye başladım. Macera tarzında, hikayesi olan ve bir sonuca ulaştıran türdeki yapımlar benim hep tercih ettiğim türdeki oyunlar oldu. Keloğlan isimli bir Türk oyunu vardı. Nerede ise hiçbir grafiği olmayan, ekranda komutlar yazarak oynadığınız bir oyundu. Şatodan prensesi kurtarmanız gerekiyordu. İlerlemek için de ekranda çıkan açıklamaya bağlı olarak kuzey, güney şeklinde devam ediyorduk. Kimi zaman yerde bulduğumuz bir panzehir, başka bir odadaki örümceğin zehrine karşı sizi koruyordu. Çok basit olmasına rağmen araştırma ve düşünmeye yönlendiren Keloğlan hala unutamadığım oyunlar arasında.
Derken yıllar geçti, daha güçlü bilgisayarlar çıkmaya başladı ve oyunlar daha komplike oldu. Tercihim yine macera oyunlarından yanaydı. Teknolojinin gelişmiş olmasıyla beraber oyunlar da evrimleşmiş, kullanılan renk sayısı artmış, oyunun içinde müzikler ve sesler de daha efektif kullanılmaya başlamıştı. Bu dönemde çıkan icon adventure türündeki oyunlar -ki bunların en önemli örneklerinden biri Monkey Island'dır- beni cezbetmeye devam ediyordu.
Hepsi o kadar basit yapımlardı ki bugün görenlerin yüzüne bile bakmayacağı türden. Ancak o dönemde kendi dünyamızda yarattığımız görüntüler o kadar canlıydı ki bizler için gördüğümüz her yeni oyun efsane idi. Her zaman olduğu gibi tutan bir şeyin peşinden giden insanlar benzerlerini ortaya koyabilmek adına bir sürü oyun çıkardılar. Bence oyun sektörünün altın yılları idi. Her ay onlarca oyun yayınlanır ve nerede ise hepsini oynardık.
Gelişen teknoloji ve yeni arayışlar oyun yapımcılarını farklı aramamalara ittiler. Daha çok donanım, daha farklı türler ortaya çıkmaya başladı. Ortaya çıkan yapımlar da bizleri günlerce ekran başına bağlıyordu. Gitgide zorlaşan yapımlar bizlerin bir yandan reflekslerimizi güçlendirirken diğer yandan da tüketimi iyice arttırıyordu. O zamanlar orijinal kullanımı da olmadığı için sıkıldığımız bir oyunu hemen bir kenara atabiliyorduk. Evlerimiz kaset ve disketler ile dolmaya başlamıştı.
Yıllar birbirini kovaladı, oyunlar evrimleşti. Oyun konsollarının savaşları başladı. PlayStation çıktığında tüm oyun dünyasını kökten değiştirmişti. Üç boyutlu oyunlar, vektör grafikler bugünün temellerini oluşturdu. Tüm bu teknolojik gelişmeler ile birlikte oyunlar da iyiden iyiye gelişmiş yepyeni türleri de beraberinde getirmişti. Hele bir de gamepad'in sunduğu kontrol kolaylığı bizim dönemimizi iyiden iyiye kapatmıştı.
Daha da komplike olan oyunlar bir noktada evrilme gereği hissetti. Yapımcıların farklılaşma çabaları önce yapay zekanın güçlendirilmesine yönlendi. Artık eskisi gibi attığınız bir adım karşısında bilgisayarın vereceği cevap tek iken bu dönemde birçok farklı sonucu içermeye başladı. Ben yine de macera türünden kopamamış, Tomb Raider ya da Prince of Persia gibi yapımlar ile kendimi tatmin etmeye çalışıyordum.
Firmaların ekipleri de devasa boyutlara ulaşıyordu. Yüzlerce tasarımcı, programcı bir araya gelip, devasa içerikler ortaya koyuyordu. Ancak bu çok uzun sürmeyecekti. Zira ortaya çıkan ürünlerin satış kaygısı en üst seviyelerdeydi. Yoksa bu kadar büyük ekiplerin maliyetini karşılamak nerede ise imkansız hale gelebiliyordu. Bu süreçte çok batan firmayı da gördük.
Yapay zekanın böylesine bir maliyet doğurması elbette işin ticari boyutunda olan firmalar için büyük tehditti. Hali ile yeni bir çıkış, farklı yönler aramaya başladılar. Çözümü de çoklu oyuncu desteği ile buldular. Yapay zekanın üzerine fazla gitmeye gerek kalmadan, çoklu oyuncu desteği ile bu sorunu çözdüler. Çoklu oyuncuyu destekleyen yapımlar, insanların bir arada eğlenebilmesi için oldukça önemliydi. Bunun sonucunda internet kafeler gelişti. Artık insanlar iki kişilik oyunlardan 8-16 kişilik oyunlara dönmüşlerdi.
Artık bu ounların bir ismi de vardı. eSpor olarak adlandırılıyorlardı. Ancak firmalar bunu bir spor değil de eğlence olarak gören kitleleri unutmuşlardı. Bu noktada ise kurtarıcı olarak bağımsız oyun geliştiriciler ortaya çıkmaya başladı. Düşük bütçeler ile uzunca bir süredir özlemini çektiğimiz oyunları yapma fikri ile yola çıktılar. Ne yazık ki bunların çok büyük bir kısmı daha oyunları tamamlayamadan yok oldular. Koydukları hedefler ve vizyon eksiklikleri onları bir daha geri dönememek üzere bu yoldan ayırdı. Geride kalanlar ise yeni bir Angry Birds ortaya koyacaklarına inandıkları için haftada bir oyun yayınlıyorlar.
Yanlış anlaşılma olmasın lütfen. Başarılı bağımsız oyunlar yok demiyorum. Asla demem de. Ancak ilk çıktıkları dönemden o kadar farklılar ki oyuncuların kişisel gelişimine katkıda bulunmaktan çok öteler. Hatta eğlencenin yerini agresiflik aldı desem hiç yalan olmaz.
Bugünlerde yılda birkaç tane çıkan düzgün konulu oyun dışında elimize nerede ise hiçbir şey geçmiyor. Birbirini tekrar eden ürünler, dalga geçer seviyede "Biz en iyisini yaptık" diyerek satışa sunulan karakter modellemeleri hergün aldığımız keyfi daha da azaltıyor. Oyun severlerin nerede ise hiçbir yapımdan beklediği keyfi alamamasının en büyük sebeplerinden biri oldular.
Oldukça kötü bir tablo çizmiş olabilir ancak düşündüğüm gerçekleri de sizler ile paylaşmak istedim. Size tek önerim grafik beklentinizi çok yüksek tutmadan geçmişin -en azından 10-15 senenin öncesinde çıkan oyunlara- bir göz atmanız. Alacağınız keyif eğlence seviyenizi üst seviyeye taşıyacaktır. Hem fiyatlarının çok daha uygun olmasından ötürü ulaşılabilirliği de çok kolay. Ayrıca her yeni yapım için sistemlerini yenilemek zorunda da kalmayacaksınız. Bugün çıkanlara da daha sonra göz atarsınız isterseniz.