Tarihi bir olay, hiç bu kadar epik bir şekilde ele alınmamıştı..
Hani bazı filmler vardır, arkadaşlarınıza anlatırken ya da kelimelere dökmeye çalışırken nereden başlayacağınıza emin olamazsınız. İşte benim için bu filmlerin başında her zaman Christopher Nolan'ın filmleri gelmiştir. Çünkü ünlü yönetmenin hemen hemen her filminde olay bütünüyle ele alınır ve bir zaman olgusuna oturtulur. Yani hikayesinden yönetmenliğine, kurgusundan müziklerine, oyuncularından kamera açılarına kadar hep bir bütün olmuştur Nolan'ın filmleri. Öyle ki Interstellar (Yıldızlararası) filminde Hans Zimmer'ın meşhur parçası, "Docking" sahnesinin de çekilmesine olanak sağlamıştır. Yani müzik üzerine bu sahne ortaya çıkarılmıştır. İşte Christopher Nolan'ın yeni filmi Dunkirk de, yönetmenden beklenildiği gibi hangi köşesini anlatmaya başlayacağınıza şaşıracağınız bir film.
Öncelikle bu yazıda konu ile ilgili keyfinizi kaçıracak kesinlikle hiçbir olgudan bahsetmeyeceğim. Çok uzun bir yazı da olmayacak. Bunun nedeni ise Dunkirk filminin tamamen izleyicinin kendisinin deneyim etmesi gereken bir seyirlik sunması. Daha çok filmin teknik tarafını, bana yaşattığı farklı deneyim üzerinden anlatmaya çalışacağım.
Ana konuyu zaten biliyoruz. Filme de adını veren Dunkirk muharebesi, tarihin en büyük geri çekilmelerinden birisi, ana konumuzu oluşturuyor. 2. Dünya Savaşı arefesinde 400.000 askerin Kuzey Fransa sahilinde mahsur kaldığı olayı hayal etmek bile adeta insanı germeye yetiyor. Konu bu kadar bilindik olaylarından biri olunca, Christopher Nolan'da ana konuya fazla odaklanmamış. Bunun yerine olayın kendisini, savaşın en sert tarafını izleyicinin yüzüne bir tokat gibi çarpmakla yetinmiş. Bunda, özellikle teknik anlamda fazlasıyla da başarılı olmuş.
Savaş filmi denince akla ister istemez havada uçuşan mermiler, dram dolu sahneler, kahramanlık hikayeleri ya da kan unsurları geliyor. Dunkirk'te bunların hiç birisi yok. Yani filme bu beklenti ile giderseniz ya da aksiyon dolu sahneler izlemek istiyorsanız, büyük hayal kırıklığı yaşayabilirsiniz. Filmde en ufak bir drama ya da acıtasyon yok. Bunun yerine rüzgarla birlikte sahilde umutsuz bir şekilde savrulan askerler,
gelgitlerin başlaması ile birlikte kıyıya vuran cesetler, kaçmaya
çalışanların torpido ve hava baskınları ile hapsolduğu bir cehennem
düşünün.. Olayın kendisi zaten dram olduğu için bunun bilinci ile izlemeye başlıyorsunuz. Zaten film boyunca adını koyamayacağınız bir deneyimin sizi beklediğini de söylemeliyim.
Film alışılagelmişin aksine oldukça farklı bir şekilde açılışını yapıyor. Çok kısa bir süre içerisinde kendinizi bu büyük olayın içerisinde buluyorsunuz. Filmin kendine çekmesinin en büyük sebebi ise çekim tekniklerinde gizli. İlk defa IMax kameraları ile tüm filmin 70mm olarak çekildiği Dunkirk, her sahnesinde bu özelliğini yüzünüze vuruyor. Özellikle filmi IMax salonunda izliyorsanız, o büyük perdenin, en ufak kumaş parçasının bile dolu olduğunu görmek sizi fazlasıyla etkiliyor. Tek bir sahneye odaklandığınız anda bile aslında ne kadar büyük bir olayın içerisinde olduğunuzu tıpkı filmdeki karakterler gibi anlamaya başlıyorsunuz. Filmde izlediğiniz herşey çok net. Şehrin renkli sokaklarından sıyrılıp tamamen tenk renge odaklanan film, savaşın kendi gibi soluk olan renk seçimi ve sahneler ile bütünleşiyor adeta. Arka planda çok fazla olay döngüsü yaşanıyor ama anlatım o kadar sade ve o kadar güzel bir görsel dile sahip ki, filmin her sahnesi adeta su gibi akıyor.
Her filme kendinden bazı tatlar katan Nolan, aynı etkiyi bu filmde de başarmış. Toplasanız birkaç sayfadan oluşacak diyalog bulunuyor. Ayrıca karakter derinlikleri yerine tamamen olaya odaklanmış. Zaten bu noktada filmde eleştirilebilecek tek unsur da bazı olaylar karşısında karakterlerin biraz ruhsuz kalması oluyor. Bu duruma rağmen karakterleri elinin tersi ile itmemiş ve onlara da bazı anlamlar yüklemiş. Kullandığı zaman olgusu ile birlikte kendine has anlatım tarzını bir kez daha konuşturmuş. 1 saat, 1 gün ve 1 hafta şeklinde anlatılan olay örgüsü belli bir süre sonra iç içe giriyor ama o sade anlatımını hiçbir zaman geride bırakmadığı gibi seyirciyi de yormuyor.
Filmin en başarılı olduğu yönlerden birisi de müzikleri ve ses efektleri. Şimdiye kadar sinema salonunda duyduğum en iyi ses efektlerine sahip olduğunu gönül rahatlığıyla söyleyebilirim. Atılan her kurşun hakkını fazlasıyla veriyor ve ses efektleri ile bütünleşen müzikler sizi filmin ilk sahnesinden son anına kadar diken üzerinde tutuyor. Ünlü müzisyen Hans Zimmer bu noktada yine üzerine düşeni fazlasıyla yerine getirmiş ve kendisinden beklendiği gibi notaları konuşturmuş. Silah sesleri arasında kaybolurken buna bağlı olarak, uyumlu bir şekilde devreye giren müzikler, filmdeki her sahneyi tamamlamayı başarıyor.
Başta da söylediğim filmin tadını kaçırmak istemiyorum çünkü tamamen deneyim üzerine odaklanan bir film sizleri bekliyor. Dunkirk oldukça farklı bir film, bunu kabul etmek gerek. Vizyon filmlerini seviyorsanız sizi farklı duygulara sürükleyebilir. Christopher Nolan'ın anlatım tarzı, kamera açıları ve sinema dilini seven izleyiciler için Dunkirk filminin adeta bir şölene dönüştüğünü söyleyebilirim.
Filme yüksek bir beklenti ile gittim. Genel olarak karakter gelişimi, hikaye falan bekliyordum ama beklediğimin tersi çıktı. Bizim salondan mudur bilmiyorum film aşırı karanlıktı. Nolan'ı biliriz karanlık sever ama bu da parlaklığı kısmışlar gibi gözüküyordu. Onun dışında 3 farklı olay farklı zaman dilimlerinde anlatıldığı için her olaya tam adapte olamıyorsunuz. Tek bir olay üzerinden gidilebilirdi. Son olarak en beğenmediğim durum bazı karakterlerin bazı durumlar içerisinde bir odun ne kadar duygusalsa o kadar duygusaldı. Filmin geri kalanı harikaydı. Yakın zamanda daha iyi bir film çıkmayacakmış gibi gözüküyor. (Valerian'dan ümitliyim.) Gidin yani.