Orijinal Adı : Books of Blood – 1
Yayınevi : Maceraperest Kitaplar
İngilizce’den çeviren: Dost Körpe
Sayfa Sayısı : 258
İşte kitap, bu yazının başlığında okuduğunuz bu cümle ile başlıyor ve içerisinde Clive Barker’in inanılmaz hayal gücünün eseri olan 6 farklı öykü içeriyor. Hepsi de yazarının ilk kitabı olması özelliğindeki bütün yaratıcılığı ile yoğrulmuş bir vaziyette ve hepsinde de farklı tatlar bularak kendinizi hapsediyorsunuz. Yazarın İngilizce aslından dilimize çevrilen bu kitabının 1998 basımlı olduğu anlaşılıyor. Maceraperest Kitaplar adlı yayınevinden çıkacak olan serinin ilk kitabı Kan Kitapları – 1, 2004 Temmuz’unda raflarda yerini aldı. 6 kitaplı serinin diğer kitaplarının da yine aynı yayınevinden piyasaya sürüleceğini kitabın ilk sayfalarında ilan eden yayınevi sahipleri şu anda da serinin ikinci ve üçüncü kitabıyla çalışmaktalar.
1984’te piyasaya sürülen birinci kitap, aynı zamanda Clive Barker’in ilk kitabı olma özelliğinde. Kitabın 1998 basımında yazarın yaptığı önsözden ve daha kapağın hemen arkasında yer alan ilk sayfasındaki yazara ait kısa yaşam serüveni ve kitaplarından da anlaşılacağı gibi Kan Kitapları’nın yazarın gelişimindeki önemi büyük. Önceleri bir oyun yazarı, yönetmen ve ortalama bir ressam olarak anılan, daha sonraları ise öyküler anlatmaya başlayan Clive Barker, bu öykülerini 6 ciltte topluyor. Kan Kitapları – 1’de ortalama 40’ar sayfalık öyküler var, ve bir çırpıda elinize aldıktan sonra bitirinceye kadar sıkılmadan okuyacaksınız. Yazarın da söz ettiği gibi öykülerin, uzun romanlardan çok daha farklı yönleri var. Birincisi, öyküler kısa olduğu için daha yoğun ve okuyucusuna daha farklı tatlar tattırabilir. Aynı zamanda öyküler belki de bu yüzden fazla sıkıcı değildirler.
Hepsinin ötesinde eğer benim gibi bir Clive Barker hayranıysanız ve kitaplarına aşinalığınız varsa satırlarındaki aşırı sert ithamlar hemen dikkatinizi çekecektir. Yaratıcılığı zaten bu öykülerini ilk önce kaleme almasından çok daha öncelere gitse de yazarın kronolojik olarak bütün romanları irdelenecek olursa hepsi ile bariz bir fark içerdiği anlaşılıyor. Siz ne dersiniz bilemeyeceğim; ama, ben bunu, her ne kadar bu tanımdan ben de pek hoşlanmayacak olsam da, gençlik anlarında merak sardığı temaları neden olarak göstermek istiyorum. Zira 1998 yılında yayımlanan, 2000’de de Türkçe’ye çevrilen Galilee adlı devasa romanındaki konu derinliği ile Kan Kitapları serisini kıyaslayacak olursam kişinin kendisini sonradan bulduğuna kanaat getirebilirsiniz. Nitekim kendisi de önceleri şimdiye nazaran çok daha fazla çığırtkanlık yaptığını, kitabına yazdığı önsözde dile getiriyor. Bu kitaptaki her bir öyküsünde onun vahşi yaratıcılığını gözlemlemeniz mümkün. Özellikle kitaptaki ikinci öykü olma özelliğindeki “Geceyarısı Et Treni”ni okurken aklımın başımdan söküldüğünü altını çizerek belirtmem lazım. Kitaptaki öyküleri sıradan teker teker geçtiğimi düşünmezseniz, bu öykünün hemen arkasındaki “Yattering’le Jack”ın da bambaşka bir tatla okuyucuya verildiğini görmek ve düğümün en son cümlede çözüldüğünü fark etmek insanı adeta küçük düşürücü bir tatta.
Bazı kitaplar yazarları ile anılır. Aynı Ernest Hemmingway’in Silahlara Veda ile, yada Stephen King’in Hayvan Mezarlığı ile anılması gibi bana soracak olursanız Clive Barker da Kan Kitapları ile anılır. Korku edebiyatına birazcık bile olsa hevesiniz varsa asla kaçırmamanız gereken bir eser olan bu seriyi okumalısınız… Eğer bütün yazdıklarımı dikkate almazsanız Stephen King’in Clive Barker hakkında söylediklerine kulak verin: “Korku Edebiyatı’nın geleceğini gördüm: adı Clive Barker’dı”