Call of Cthulhu daha oyunun menü sisteminden nasıl bir gidişata sahip olduğunun ipuçlarını veriyor ve oyuna başlar başlamaz kendinizi büyük bir kabusun içerisinde buluyorsunuz. 1924 yılında geçen oyunda özel bir dedektif olan Pierce isimli karakteri yönetiyoruz. Hayatının belki de en kötü dönemini geçiren, borç batağı içerisinde yüzen Pierce, doğal olarak kendisine gelen gizemli bir iş teklifine dört elle sarılıyor ve Hawkins ailesinin yaşamış olduğu trajediyi araştırmak üzere Boston açıklarındaki Darkwater isimli adaya yelken açıyor.
Call of Cthulhu adından da anlaşılabileceği gibi H.P. Lovecraft'ın Cthulhu temasından esinlenen bir yapım. Zaten bu evrene adını da veren ve Yüce Eskiler'den biri olarak bilinen Cthulhu'da oyunun merkezine konumlandırılmış durumda. Oyun boyunca bu temaya ve tabi ki bu ikonik evren içerisinde yer alan birçok olaya göndermeler ile karşılaşıyorsunuz. Hatta masa üstü oyunlarında olduğu gibi oyunda bir düzen üzerine kurulmuş ve bu düzenin bir parçası olduğunuzu Call of Cthulhu'nun her anında hissediyorsunuz. Bu durum bazı anlarda sizi özgür bırakıyor olsa da bazı anlarda da oyunu büyük bir çıkmazın içerisine sokuyor.
Call of Cthulhu'nun merkezinde araştırma dinamikleri yatıyor. Bu nedenle bulunduğunuz bölge eğer kalabalık ise bilgi almak için etrafta bulunan kilit karakterler ile konuşabiliyorsunuz. Bu konuşma muhabbeti RPG oyunlarında olduğu gibi bol seçenekli bir şekilde karşımıza çıkıyor ve yaptığınız muhabbetler ile hikaye adına ekstra birçok bilgiye kavuşuyorsunuz. Zaten RPG dinamiği sadece diyalog kısmına değil, işi çözümleme kısmına da yansıtılmış. Örneğin karakterinize verdiğiniz puanlamalar ile ekstra diyalogların kilidini de açabiliyorsunuz. İş olayı çözmeye, yani bir sonraki aşamaya geçtiğinde ise oyunun dinamikleri biraz eskide kalıyor. Özellikle kasaba kısmında bulunan geçişler ya da akıl hastanesindeki gizlenme dinamikleri bu konuda biraz sabrınızı sınıyor. Belki de 10 yıl önce karşılaştığımız bu dinamikler, daha oyunun başından sıkılmanıza sebep olabilir. Neyse ki malikaneye geçtiğiniz anda oyun kendisini toparlamaya başlıyor ve hikaye de daha ilginç bir tarafa doğru sürükleniyor.
Başta da dediğim gibi Call of Cthulhu araştırma dinamiklerinin ön plana çıktığı bir yapım. Bu bağlamda oyunda bir sezgi moduna da yer verilmiş. Çözmeniz gereken bir olay olduğunda sezgi moduna giriyor ve orada eskiden yaşanmış olayları tekrar resmediyorsunuz. Sezgi modunda bulduğunuz ipuçları ile birlikte yaşanan olaya dair eksik parçaları bir araya getirmeye çalışıyorsunuz. Bu kısım gayet güzel bir şekilde işliyor ama tüm ipuçlarını genelde sırasıyla bulmanız gerekiyor. Bu işleyiş olay örgüsüne bağlı kalınması gereken bazı anlarda oldukça gerekli ama bazı durumlarda ise canınızı sıkan bir hale gelebiliyor.
Örneğin malikanede yemek salonuna girdiniz ve burada yaşanan bir olayı çözmeye çalışıyorsunuz. Sezgi moduna girdiğinizde çiftin kavga ettiğini anlıyorsunuz. İşte masadaki dağınıklığa bakıyor, daha sonra ise yere düşen ve parçalanan bir tabağı buluyorsunuz. Yani olay örgüsünde öncelikle kavgayı çözüp sonra tabağa ulaşmanız gerekiyor, bu son derece normal. Fakat aynı şekilde çocuk odasına gittiğinizde duvarda ilginç resimler görüyorsunuz ve bu resimler ile etkileşime geçemiyorsunuz. Olay örgüsü sıralı olmasa da bu resimlere bakabilmek için öncelikle odadaki başka bir eşyayı incelemeniz gerekiyor. kavga kısmında akıcı olan bu sezgi dinamiği, sizi hep bir kalpı içerisine sokmaya çalışıyor. Kısacası keşke biraz daha serbest bıraksalarmış demeden edemedim.
Yapımda bazı anlarda seçimler yapmanız da gerekiyor. Fakat bu kısımlarda da çok eski dinamikler söz konusu. Oyunda önceden hazırlanan ara sahneler kullanıldığı için yaptığınız bu seçimlerin ara sahnelere işlediğini bile göremiyorsunuz. Mesela oyunun başında malikaneye giderken bir polis memurunun size eşlik edip etmemesini seçebiliyorsunuz. Bu koca ve bir o kadar da kasvetli malikanede yalnız dolaşmamak adına polis memurunun yanımda gelmesini seçtim. İşte malikaneye girdiğimde polis hemen yanımda olmasına rağmen önceden hazırlanmış sinamatiklerde gözükmediğini fark ediyorsunuz. Zaten seçseniz de seçmezseniz de ilerleyen anlarda olaya bir şekilde müdahil olması gerekiyor. Çünkü serbest dolaştığımda sinematiklerde gözükmeyen polis memuru, ilerleyen kısımlarda ise birden bire olaya dahil olabiliyor.
Biraz da oyunun atmosferinden bahsedelim çünkü Call of Cthulhu'nun belki de en sevdiğim yönü burası oldu. Görsel anlamda oyun çok iddialı değil, buna rağmen atmosfer olgusunun görsel yöne inanılmaz bir şekilde etki ettiğini fark ediyorsunuz. Karşılaştığınız tasarımlar, heykeller ve ve bu mit ile ilgili olgular oyuna büyük bir katkı sağlamış. Hele ki oyunda karşılaştığınız tablolara ayrı bir parantez açmak istiyorum. Sulu boya ile hazırlanan bu tablolar gerçekten de insanın içini ürpertiyor. Belki de görmeyeceğiniz, bakmayacağınız tablolar bile özenle hazırlanmış. En son Hayalet Avcıları 2 filminde yer alan Vigo portresi beni bu kadar ürpertmişti. Zaten yalnız kaldığınız anlarda gaz lambasının gazıydı, sizi ürperten seslerdi derken oyunun bu konuda üzerine düşeni fazlasıyla yaptığını söyleyebilirim.
Sonuç olarak Call of Cthulhu, atmosferi ve hikayesi ile oyuncuları merak ettirmeyi başarıyor. Sezgi dinamiği, oyunun geçmiş olduğu mekanlar ve hikayenin merak ettiren yönü gayet iyi işlenmiş. Oynanış dinamiklerine geçtiğimizde ise düşük bütçe ve eskide kalmışlığını fazlasıyla hissettiriyor.