Liandri Şirketi turnuvalara ilk başladığından beri neredeyse bir asır geçti ve gelenek yaşamaya devam ederken etrafındaki dünyada değişen çok şey oldu...
Bundan 70 yıl önce bir istilacı filosu henüz başlamaya bile fırsat bulamayan direnişi tümüyle yok ederek insan evrenine saldırdı. Özgürlüğü ile gurur duyan insanoğlu, kendini birden sayıda ve teknolojide ezici üstünlükte olan çok eski bir uygarlığın prangalarına bağlanmış buldu.
İmparatorluk elde ettiği yeni dünyalar üzerinde çabucak sağlam bir egemelik kurdu, propaganda ve gerektiğinde kaba kuvvet kullanarak. İmparatora karşı bağlılık yemini edenler yeni kurallar altında yaşamanın pek de farklı olmadığını gördüler. Hatta bazıları yeni düzenin eskisinden çok daha iyi olduğunu düşünmekteydi. Ancak yeni hükümdarlarının önünde eğilmeyenleri ise sektörlere dağılmış hapishane gezegenlerinde tek şey beklemekteydi, ölüm.
İmparator ve danışmanları ilk başta turnuva fikrini reddettiler. Fakat daha sonra popülerlik kazanmanın avantajlarını keşfettiler. Bu eğlence şekli izleyenleri çoşturması ile birlikte itaatsizliğin onları nerelere getireceğini etkili şekilde hatırlatan bir yöntemdi.
Arena dünyaları gezegenlerin en zalimlerinden seçildi ve eğitim başladı. Liandri Turnuvaları’nı vahşi bir coşkuyla izleyenler kendilerini aniden arenalarda yabancı teknoloji sayesinde ölümün kıyısından yaşama döndürülerek tekrar tekrar hayatları için savaşırken buldular. Taa ki akılları daha fazla baskıya dayanamayarak sonunda tamamen çökene kadar.
İmparatorun kendisine karşı gelen zavallılara karşı ne tür hisler beslediğini ibret-i alem olarak göstermek için, kendisine karşı çok rahat konuşan muhalifler işkence ve kötülük ile bozularak en kötü kabusların şekillerinde tekrardan yaratılıyorlardı. Fakat turnuvalara isteyerek katılanlar da vardı. Daha önceden bilinmeyen bir ırk yeni katılanları pervasızca, sırf her kan akışından zevk aldıkları ve gurur duydukları için katlediyorlardı. Ne zaman bir insan ölse onlar keyifle bağırıp çağırırken, onları izleyen insanlar morallerine bir darbe daha yemiş oluyorlardı.
Artık İmparatorluğun demirbaşlarından biri haline gelen turnuvalara aristokrasi de kendilerine zarar gelmeyeceğini bildikleri dikkatlice yönetilmiş savaşlar ile katılmaya başlamıştı. Mahkumlarından farklı olarak bu Yücedoğanlar, delilik ile ayıplanmadan, kolayca ulaşılabilen yeniden canlanma teknolojisinden faydalanamıyorlardı. Bir Yücedoğan’ı öldürmek onu sonsuza kadar yok etmek demekti.
İnsanoğlunun tek umudu ise, uygarlıklarının küllerinden doğacak bir şampiyonun bütün engelleri aşarak İmparator’un hayatını ellerine vermesi idi.