O eski güzel günlerde, yani o marka mı şu marka mı tartışmalarının yaşanmadığı, oyunların “software” destekli çalışabildiği, en baba ekran kartının Voodoo 3 olduğu günlerde, Unreal diye bir oyun vardı. Hatırlayanlar el kaldırsın! (Murat sen kaldırmasan da olur, Diablo’dan beri yeni oyun almadın sen.) Vay be, yaşlanmışız galba.. Efenim, Unreal’in mevzusu gayet basit ve bir o kadar da güzeldi, hapishane olarak kullanılan uzay gemisi bir gezegene düşer, hücresinden kaçan bir mahkum da gezegen üzerinde yaşam savaşı verir, ki o mahkum da sizdiniz. Serious Sam denen zırvalıktan çok çok önce “devasa açık alanlar” kavramını bize gayet güzel göstermiş, şu anda bile çoğu oyundan iyi yapay zekasıyla da epey bir terletmişti. Multiplayer’ı çok iyi değildi, ama kimin umrundaydı zaten? O zaman oyunların single player bölümleri multiplayer’a alıştırma olsun diye hazırlanmazdı. Aaah ah.. Quake 3 çıktı, mertlik bozuldu.
Yapımcı firma, bizi bugüne dek ikinci oyunun sözüyle oyaladı, arada sırada piyasaya “sızdırdığı” bir takım demolarla da ağzımızın suyunu gayet güzel akıttı. Yarabbim o ne zoom seviyesiydi öyle ve ne kadar yakınlaşırsan yakınlaş, ayrıntılar ne müthişti.. Kabaca karton kutu büyüklüğünde bir odanın içinde gezebildiğiniz alpha demoyu hatırlayanınız var mı? En az üç saat içinde dolaşmıştık.. Oda yahu, beş saniye içinde bir ucundan diğerine gidilebiliyordu! Ama ayrıntılar müthişti.. Aynı demoda açık alanda geçen bir bölüm de vardı ama en baba makineyi bile on saniye içinde kilitliyordu.
İyi haber, oyun artık piyasada. Benim için (ve tanıdığım pek çok fan için) kötü haber, “o kadar da” iyi değil.
Daha yazının bu aşamasında “olur muu bu oyuna bu kadar düşük puan verilir miiii sizi gidi..” diye yorum yazmaya başlamış hormon fazlalığı bulunan ergenler olduğunu tahmin edebiliyorum. Sabredin canım kardeşim, sonuna kadar bir okuyun hele.