Ubisoft ismini genellikle downgrade skandalları ile hatırladığımız dönemler yavaş yavaş geride kalmaya başladı. Fransız geliştirici son iki oyunu Assassin's Creed Origins ve Far Cry 5 ile birlikte oyuncuların kafasındaki olumsuz imaj yavaş yavaş silmeye, yerini olumlu bir havaya bırakıyor. Bu olumlu hava ise geliştiricilerin morallerini yerine getirerek karşımıza daha iddialı yapımlar ile gelmelerine olanak sağlıyor.
Ubisoft'un geçtiğimiz yıllarda piyasaya sürdüğü The Crew, Need For Speed'in üst üste başarısız yapımlar ile karşımıza çıkması dolayısı ile açılan boşluğu kapatma iddiası ile gelmişti. Amerika Birleşik Devletlerinin tamamını devasa bir haritaya sığdıran ilk oyun, eksikleri olsa da satış rakamları ile Ubisoft'u memnun etmeyi başarmıştı. Zaman içerisinde yayınlanan güncellemeler ve DLC ile içeriksel olarak da geliştirilen yapım, ikinci oyunu ile 29 Haziran'da raflardaki yerini almış olacak. Bugün ise oyunun kapalı betası oyunculara sunuldu. Merlin'in Kazanı'nın pistlerden sorumlu genel müdürü olarak bendeniz de hiç vakit kaybetmeden oyuna daldım ve The Crew 2'nin betasının bizlere neler sunduğunu, ve potansiyel olarak oyunun tam sürümünde bizleri nasıl bir deneyimin beklediğini sizlere anlatmak istedim. Dilerseniz lafı fazla uzatmayalım ve başlayalım. Öncelikle The Crew 2 ilk bakışta ilk oyundan ne gibi farklılıklar sunuyor?
The Crew 2'ye ilk bakışta göreceğiniz en büyük fark doğal olarak oyunun grafiklerinde yaşanan gelişmeler olmuş. Hatırlayacağınız üzere ilk oyun, çıkışından bir süre sonra büyük bir grafik güncellemesi almış ve oyunun metaryel sistemi Physical Based Rendering ile değiştirilmiş ve adeta nesil atlaması yaşanmıştı. The Crew 2 ise çıkışından itibaren bu sistemi kullanarak geliyor. Ancak ilk oyundan çok daha temiz ve kaliteli bir şekilde oyuncuya yansıtıldığını belirtebilirim. İlk yapımdaki o fazla parlak etkenler ikinci oyunda minimize edilmiş. Ayrıca ışıklandırmalar üzerinde de yoğun bir çalışma yapıldığı ilk bakışta dikkatleri çekiyor. Özellikle akşam olduğunda şehir ışıklarının oluşturduğu görünüm gerçekten hayranlık uyandırıcı derecede başarılı. Işıklandırma konusunda Forza Horizon 3 ile kıyasıya bir rekabete girişeceği kesin, hatta bazı noktalarda daha başarılı olduğunu bile belirtebilirim. Ancak yine de bu konuda hala Gran Turismo Sport'un eline su dökebilen yok, bunu da belirtmek gerekiyor.
Kaplamalar tarafında da yoğun bir çalışma yapılmış. Özellikle kokpit görünümü ilk oyuna kıyasla çok daha detaylı ve net gözüküyor. Genellikle yarış oyunlarını kokpit görünümünde oynayan ben, fazlasıyla memnun kaldığımı söyleyebilirim. Yollardaki detaylar da keza sınıfı geçiyor. Fakat oyunda görsel anlamda sizleri en çok heyecanlandıracak durum manzaralarda saklı. Oyunun çizim mesafesi öylesine büyük ki, bir dağın tepesine çıktığınızda gerçek anlamda neredeyse tüm Amerika'yı ayaklarınızın altında hissedebiliyorsunuz. Uzaktaki şehirlerin ışıkları, güneş doğarken oluşan manzara, keşke aynı motor ve harita kullanılarak şöyle GTA benzeri bir açık dünya oyunu yapılsa dedirtmeyi başarıyor. Aslına bakarsanız cidden, Ubisoft bu haritayı neden değerlendirmiyor?
Konumuza dönelim. İlk oyunda ABD'nin büyük şehirlerinin oyunda bulunsa da pek detaylı tasarlanmadığını hatırlıyoruz. Çok boş bir hissiyat veren şehir, oyuncuyu şehir dışında oynamaya itiyordu. İkinci oyunda ise bu durum kayda değer şekilde düzeltimiş. Artık şehir içerisinde insanların yürüdüğünü dahi görebiliyorsunuz. Çok daha fazla detayla süslenen şehir, tabii ki bir GTA veya Watch Dogs kadar olmasa da, bir araba yarışı oyunu için yeterli doluluğa sahip diyebiliriz.
Sesler tarafında da büyük geliştirmeler mevcut. Şahsen ilk oyunun en beğenmediğim yanlarından biri araç sesleriydi. Sanki kayıt yardımı ile değil de, bilgisayar yardımı ile üretilmiş gibi kulak tırmalayan motor sesleri, ikinci oyunda yerini kulaklarınızın pasını silecek motor homurtularına bırakmış yerini. Araçların tekerlerinden gelen sürtünme sesleri, çevre sesleri de bütünü tamamlamış ve ilk oyunun eksiklerinin kapatıldığını kanıtlamış durumda.
Görsel ve işitsel yenilikleri bir kenara koyduktan sonra oyunun oynanış ve çeşitlilik tarafında neler sunduğuna göz atalım. Öncelikle The Crew 2, artık yanlızca bir araba yarışı oyunu değil. İçerisinde Uçak, motor, otomobil, tekne gibi birbirinden farklı araçları kullanabildiğiniz bir motorsporları oyunu diyebiliriz. İlk duyurulduğunda bu durum biraz ters etki yapmış ve Ubisoft acaba bu işin altından kalkabilecek mi dedirtmiş olsa da, betayı oynadıktan sonra endişelerimin büyük çoğunluğunun kaybolduğunu söyleyebilirim. Toplamda kara, hava ve deniz olmak üzere üç kategoriye ayrılan araçların hepsi detaylı ve özen gösterilerek hazırlanmış. Herhangi bir türdeki araçtan diğer türe geçiş yaparkenki akıcılık da gayet iyi kotarılmış ve bir olmamışlık hissi uyandırmıyor.
Ancak birçoğumuz için asıl önemli kategorinin otomobiller ve diğer kara araçları olduğunu hesaba katarsak, ilk olarak bu tarafta ne gibi yenilikler ve iyileştirmelerin olduğundan bahsedelim. Öncelikle tabii ki bir yarış oyunundaki en önemli durum, sürüş fizikleri oluyor. İlk oyunda yoğun şekilde eleştirilen ve sanki araçların teker üzerinde gitmiyor da kayıyormuş gibi hissettiren fiziklerde büyük geliştirmeler mevcut. Bunların başında araçların ağırlığı geliyor. Özellikle Off-Road araçlar gerçekten ağırlıklarını hissettiriyor ve yerde gittiklerine sizi ikna ediyor. Süspansiyon efektlerine yoğun bir çaba harcayan geliştiriciler, uzun süre kamerayı aracın yanına çevirerek o ağırlığı izleyip süspansiyon hareketlerini incelemenize sebep olacak. Aynı özen motorlar için de geçerli diyebilirim. Sokak araçlarında da geliştirmeler mevcut ancak off-road tarafındaki kadar radikal geliştirmelerin olmadığını söyleyebilirim. Ağırlık tarafında yapılan geliştirmeler ile araçlar ağırlığını hissettirebiliyor ancak yine de kayıyormuş hissiyatı tam anlamı ile yok edilememiş. Ayrıca ilk oyundan daha zor bir sürüş deneyiminin sizi beklediğini de belirtebilirim. Modifiye tarafında ise henüz detaylara inme şansına erişemedim. Büyük ihtimalle beta olduğu için bu özellikler şuanda aktif değil. Oyunun tam çıkışından sonraki ana incelemede bu noktaları detaylıca anlatacağım.
Hava araçları tarafında ise bizleri akrobasi uçakları bekliyor. Tek motorlu ve pervaneli bu uçakların kullanımı hayli keyifli, özellikle manzara izlemek için birebir olan bu araçları kullanmak da görüldüğü kadar zor değil. Birkaç dakikalık alıştırma aşamasının ardından kontrollere hakim olup göklerde süzülmeye başlıyorsunuz. Deniz araçları ise oyunun en zayıf kısmı olmuş diyebilirim. Genellikle dalgasız denizlerde dümdüz ilerlemek pek keyif vermiyor. Oyunda hiç olmasa da olurmuş diyebiliriz. Hız tekneleri yerine yelkenli gemiler olsaydı belki daha keyifli olabilirdi.
Oyundaki yarış türleri ise betada gördüğüm kadarı ile ilk oyun ile hemen hemen aynı, karadaki yarışlar yine a noktasından b noktasına kadar yarışmak üzerine kurulu gözüküyor. Uçaklarda ise belli başlı akrobasiler ile puan toplamak veya konilerin arasından uçmak gibi görevleriniz oluyor. Deniz araçları da benzer görevlere sahip. Yarış tarafında keyifli anlar bizleri bekliyor diyebiliriz. Çevirimiçi oyun modlarında bizleri uzun süre başında tutabilecek kadar içerik bulunacak gibi.
Uzun lafın kısası The Crew 2'nin kapalı betasını oynadığım 2-3 saatlik süre içerisinde beklentilerimin şimdilik karşılandığını söyleyebilirim. Sürüş fiziklerinde yapılan iyileştirmeler, görsel taraftaki yenilikler, şehirlerin eskisi kadar boş olmaması, farklı araç tipleri ve arasındaki yumuşak geçişler gibi özellikler ile Forza Horizon 3'ün artık ciddi bir rakibi var diyebiliriz. Bakalım Ubisoft tam sürümde bizleri daha fazla içerik ve özellik ile etkilemeyi başarabilecek mi?