Suda ayak izi kalmaz
Benim mantığım şudur: Bir oyundan film yapılabilir, fakat bir filmden oyun yapılamaz. Nedenini açıklayayım. Oyununu oynadığınız bir filme gidersiniz çünkü size oyunu hatırlatır, geçtiğiniz bölümleri, ucundan döndüğümüz ölümleri, senaryonun kusursuz bağlanışını Deja-vu’ya senkronlar. İçimizden ”Ne oyundu be” dedirtir. Burada ana fark, etken olduğunuz bir platformdan edilgen olduğumuz platforma geçiş yapmamızdır. Başka bir deyişle kendi kararlarımızı vererek ilerlediğimiz oyun konseptinden; oturup izlediğimiz ve olaylara seyirci kaldığımız, değiştiremediğimiz ve sadece yorumlayabildiğimiz, sözün özü “seyirci” olduğumuz sinema konseptine geçmemizdir. Sonuçta bu babamızın elimize çekiç verip çivi çakmamız gibi bir şey değil. Orada önce izliyoruz, öğreniyoruz uyguluyoruz. Fakat konusunu öğrendiğiniz, sonunu bildiğiniz, karakterlerini çözümlediğiniz bir oyunu hangi zevk kıstasına dayanarak oynayacaksınız ki? Ben oynayamam, oynamadım, oynayacağımı da sanmıyorum pek. Ama her iddialı yapıma kapım açık, beni kandırabilirse, oynarım. Oynatırım.
Son zamanlarda denenmemişleri denemek ve olumlu-olumsuz fark etmeksizin ortaya çıkan oyunu piyasaya sürmek pek bir moda. İkinci Dünya Savaşı ve kıyamet sonrası senaryolarının cıvkı çıktığı düşünüldüğünde doğru bir adım, lâkin tehlikeli. Öyle ki, bir evreni ilk defa kötü olarak tanırsak, daha doğrusu ilk örneğimiz kötü olursa bunun oluşturduğu ön yargı bize sonraki çıkan benzer senaryolu oyunları sevdirmeyebilir. Red Dead Redemption sağ olsun, Western senaryosu kendini iyi kurtardı. Peki ya o korsan konseptiyle ilgili pek de ahım şahım bir oyun yokken tarihte, böyle iddialı gelen bir oyun tehlikeli bir şey denemiyor mu?
Bu oyunda suyun kaynama noktası sabit 100 derece CelciusHerkes şu an aynı soruyu soruyor: “Jack Sparrow’u mu oynayacağız?” Hayır maalesef, yılışık Jack’ten nispeten daha genç bir denizci olan Kaptan Sterling’in gözlerinden göreceğiz bu dünyayı. Normalde adamımız epik deniz savaşlarının hayalleriyle gazlanan bir karakter, ta ki korsanlığın yamyamca yakıp yıkmaktan ve sarhoşça çalıp çırpmaktan daha öte bir şey olduğunu tecrübe edene kadar. Hem de basit bir durum değil, normalde sizi öldürecek cinsten bir tecrübe bu…
Bu tecrübeyi biraz açayım. Şeytani Spaniard Maldonado tarafından öldürülüp gemimizin çapasına bağlanarak denizin dibini boyluyoruz. Lâkin zombi-hayalet karışımı bir kaptan tarafından kurtarılıyoruz ve karşılık olarak Armada of the Damned (Lanetli donanma) grubuna KPSS puanı beklemeksizin kadrolu olarak alınıyoruz. Amacımız ise efsanevi Nemesis gemisinin dünyanın dört bir tarafına dağılmış parçalarını toplayarak birleştirmek. Zira Nemesis, Tanrıça Calypso’nun kristal içinde tutulduğu kadim diyara seyahat edebilecek tek tahta parçası. Anlaşma ise bunun becerilebildiği takdirde kaderimizin ve özgürlüğümüzün bize geri verilmesi.