GhostWire: Tokyo, tüm insanların garip bir sisin içinde kaybolduğu boş Tokyo sokaklarında, tamamen zorunluluk sebebiyle birlikte çalışan iki ortağın macerasına davet ediyor bizi. Resident Evil ve The Evil Within gibi seriler ile ismine aşina olduğumuz Shinji Mikami’nin 2010 yılında kurduğu Tango Gameworks tarafından geliştirilen GhostWire: Tokyo’yu erkenden oynama fırsatı edindik ve çıkışına az bir süre kalmışken bir ön inceleme ile ilk görüşlerimizi sizinle paylaşmak istedik.
Oyun henüz resmi olarak çıkışını gerçekleştirmedi ve ben de oyunu henüz bitirmiş değilim. Bu ön incelemede yalnızca ilk iki bölüm hakkındaki görüşlerimi ve fikirlerimi paylaşacağımı, burada yazanların oyun hakkındaki son kararım olmadığını lütfen unutmayın.
Tokyo’nun en işlek yerlerinden biri olan Shibuya bölgesinde, aniden bastıran yoğun bir sis ile başlıyor maceramız. Sis yavaş yavaş bölgeye yayılırken bilinmeyen bir varlığın kendisine saklanacak bir beden aradığını görüyoruz. Bir şekilde Akito ile birleşmeyi başarıyor ve o sırada sisin içinde bulunan insanlar tek tek ortadan kaybolmaya başlıyor. Bu sırada caddelerde elinde şemsiye olan yüzsüz insanlar, kafası olmayan öğrenciler ve daha birçok farklı görünüşe sahip ruhani varlıklar yürümeye başlıyor. Ardından Shibuya’nın devasa ekranlarında, geleneksel Hannya maskesi takan bir adam çıkıp ruhların özgür kalma zamanının geldiği gibi garip şeyler söylemeye başlıyor.
İnsanların ruhlarını bir kutuya kapatan Hannya ve “Ziyaretçiler” adı verilen ruhani varlıkların arasında kalan Akito, adının KK olduğunu öğrendiğimiz varlık yardımıyla hem Tokyo’yu kurtarmaya hem de kız kardeşini bulmaya çalışıyor. İkili bedenin kontrolü konusunda biraz anlaşmazlık yaşıyor ama düşmanlar ile karşılaşınca bu sorun hızlı bir şekilde çözülüyor. KK’in güçlerini yavaş yavaş kontrol etmeye başlayan Akito ile Tokyo sokaklarını gezmeye başlıyoruz.
Hikayenin başlangıç noktasını sevdim, birbiri ile anlaşamayan, biri genç diğeri yaşlı iki ortak konseptini her zaman sevmişimdir zaten. Oynadığım noktaya kadar ikilinin arasındaki sohbetler, başlarına gelenlere karşı yorumları ve hikayenin ilerleyişi ilginç gidiyor. Hem spoiler vermemek hem de ileride olacak olaylara göre yorum yapmak adına hikaye hakkında daha fazla yorumu oyunun incelemesine bırakmak istiyorum.
Yan görevler konusuna da değinmeden geçmeyelim. Tokyo sakinleri garip sisin altında kaybolmuş durumda ve geçiş yapmayan ruhlar Ziyaretçiler tarafından kutulara hapsedilip kaçırılıyor. Fakat bazı ruhlar dünyada yarım kalmış işleri yüzünden geçiş yapmayı başarabilmiş değil. Biz de onlara yardım edip işlerini tamamlamalarını sağlıyoruz. Evinin yakınındaki kara delik yüzünden evine ulaşamayan adam, lanetli bebek sebebiyle hayatını kaybeden genç, bir Kappa ile oyun oynamaya çalışıp özünü çaldırmış olan çocuk gibi yan görevlerin yanı sıra, maceramız boyunca telefonun ardından bize yardım eden kişinin verdiği bazı inceleme görevlerini de yapmamız gerekiyor. Bazı ilginç görevler ile karşılaştım, oyun ilerledikçe ne tip yan görevler göreceğimizi merak ediyorum.
GhostWire: Tokyo’da ana karakterlerimiz Akito ve KK’in karşısına bir sürü farklı tipte Ziyaretçi çıkacak ve bunlara karşı normal silahlar kullanmak gibi bir şansımız yok. Doğaüstü olana karşı doğaüstü yöntemler kullanmak gerek.
Bedenini paylaştığı KK sayesinde rüzgar, ateş ve su gibi elementlerin güçlerini kullanan Akito, rakiplerinin zayıf noktası olan özünü ortaya çıkarıp büyülü ağlar sayesinde onları bu dünyadan kovabiliyor. Elimizden küçük rüzgarlar atarak başladığımız macera, kısa bir süre içinde kesici su dalgaları ve değdiği noktada infilak eden ateş topları ile şenleniyor. Her yeteneğin iki farklı kullanım şekli var, doğrudan atmak ya da şarj ederek daha güçlü atışlar yapabilmek. Karşınızdaki rakip sayısı ve sahip olduğunuz güç oranı dövüş tarzınızı etkiliyor.
Sıradan bir insan olan Akito, KK’in yardımıyla kullandığı güçlerin yanı sıra özel bir yaya ve büyülü tılsımlara sahip. Tabi “Elimden alev atıyorum, ne gerek var ok atmaya” diye düşünebilirsiniz ama onların da işe yaradığı yerler var. İster istemez kullanmaya alışıyorsunuz.
Bu yılın başında açık dünyada geçen oyunlar tarafından saldırıya uğradık, büyük bir çoğunluğu da başarılı yapımlar olarak dikkat çekiyor. GhostWire: Tokyo ise sandbox mantığını benimsemiş bir aksiyon / macera oyunu olarak karşımıza çıkıyor. Hikayeye odaklı olan ilk bölüm daha çizgisel bir yapıya sahip olsa da, ikinci bölüm itibariyle Tokyo’nun sokaklarını gezmeye başlıyoruz. Etrafta keşfedilecek mekanlar, temizlenecek tapınaklar, tamamlanacak yan görevler ve sevilecek hayvanlar var. Oyundaki kedi ve köpekleri sevip, onların düşüncelerini okuyabilme fikri küçük ama eğlenceli bir ayrıntı olmuş. Kimi zaman sadece etrafı gezip, insan gürültüsünden temizlenmiş Tokyo’nun tadını çıkarmak da mümkün.
GhostWire: Tokyo, insanların olmadığı bir şehir tasarlama konusunda çok çalışmış. Günün büyük bir kısmında insanlarla dolu olan Shibuya bölgesi, ortadan kaybolan insanların kıyafetleri ve çevreden yükselen reklam sesleri dışında tamamen terk edilmiş durumda. Işıklar yanıyor, tezgahlar açık, reklamlar gürültülü bir şekilde oynamaya devam ediyor ama bulabileceğiniz satıcılar, ruhani dünyanın tüccar kedileri olacak. Bana Khajjit ırkının üyelerini hatırlatan Nekomata türündeki kedilere bayıldım.
İlk iki bölüm genelinde konuşursak oyun çok güzel gözüküyor. Tokyo’nun atmosferini yaşamamızı sağlayan açık alanlarda ışıklar ve yansımalar çok güzel kullanılmış, karakter tasarımları gayet güzel gözüküyor, kapalı alanlarda Control’u hatırlatan alan değişimlerini tecrübe etmek ayrı bir keyif. Akito’nun yeteneklerini kullanırken yaptığı ayrıntılı el hareketlerini görebiliyoruz.
Konsollarda Playstation 5’e özel olarak çıkış yapacak olan GhostWire: Tokyo, Dualsense özelliklerini de kullanıyor. Hem uyarlanabilir tetikler hem de dokunsal geri dönüş desteği mevcut. Touchpad aracılığı ile bazı mühürleme işlerini de kendimiz yapabiliyoruz. Ayrıca KK’in konuşmalarının hem oyundan hem de kumandadan gelmesi çok hoş bir ayrıntı. Nintendo Wii zamanından beri bu tür küçük ayrıntıları çok seviyorum, üstelik Hatake Kakashi’nin (Naruto) de seslendirmesini yapan Kazuhiko Inoue’nin başarılı seslendirmesini duymak da oldukça güzel.
GhostWire: Tokyo hakkında pek fazla beklentim yoktu, Tokyo’da geçmesi ve Japon halk hikayelerinde bolca bahsedilen doğaüstü olayları temel alarak oluşturduğu dünya dışında ilgimi çeken birşey olmamıştı. Oynadığım ilk iki bölüm itibariyle hikayenin kötü olmadığını ama biraz tahmin edilebilir olduğunu düşünüyorum. Tabi ki bu tahminlerin doğruluğunu oyunun tamamını oynayıp hikayeyi tamamen tecrübe ettiğim zaman göreceğim. Onu da incelemesinde konuşuruz.
Yine Bethesda tarafından yayınlanan ve bir başka Playstation 5 özel oyunu olan Deathloop’u da herhangi bir beklentiye sahip olmadan oynamış ve düşündüğümden daha fazla eğlenmiştim. Bu oyunda da, ilk iki bölüm itibariyle keyifli bir oynanış ve çok güzel bir atmosfer ile beni eğlendirmeyi başardı. Geri kalan bölümlerde hem oynanış hem de hikaye açısından daha fazlasını bekliyorum.
GhostWire: Tokyo 25 Mart tarihinde PC ve Playstation 5 için kullanıcıların beğenisine sunulacak. Ben de oyunun geri kalanını tecrübe edip sizlerle paylaşmak için sabırsızlanıyorum.