Bir korku oyunu için vazgeçilmez bazı standartlar vardır. Nedir bunlar? Kana susamış zombiler, ne olduğu belli olmayan iğrenç yaratıklar ve tabi ki arka plandaki garip ve korkunç sesler... Peki bu bahsettiklerimin hiç birini içermeyip aynı zamanda insanı gerçekten korkutacak bir oyun nasıl olabilir? Hatta ‘’Böyle bir oyun var mı?’’ derseniz işte size son dönemin en korkunç oyunu, Fatal Frame 2.
‘’Didn't we promise we would always be together ?’’ (Mio)
Oyunumuzun daha ilk sahnesinde fark edeceğiniz gibi, oyun baştan sona Japon kültürüne sadık kalınarak hazırlanmış. Oyundaki karakterler ve mekanlar Japon kültürünü sonuna kadar sergiliyor. Oyun, oynanış bakımından hem Resident Evil’a hem de Silent Hill’e benziyor, hatta bu oyuna ikisinin güzel bir sentezi bile diyebiliriz. Oyuna sürekli bir gerilim hakim, bir an rahat olamıyorsunuz. Yani sürekli bir tedirginlik hissediyorsunuz.
Oyunun konusundan bahsetmek gerekirse; oyunumuz, ikiz kardeşler Mayu ve Mio'nun gizemli bir ormanda kaybolmasıyla başlar. İki kız kardeş ormanın derinliklerinde ilerlerken Mayu bir tepeden aşağı düşer ve ayağını incitir. Ancak bu orman garip güçlerle ve başı boş gezen ruhlarla doludur. İki kız kardeş ormanın derinliklerine iyice indiklerinde kendilerini ‘’Lost Village’’ isimli terk edilmiş bir köyde bulurlar. Oyunumuzun baş kahramanı olan Mio, son derece hassas altıncı hislere sahiptir ve bu kabiliyeti sayesinde ruhlarla iletişim kurabilmektedir. Mio’nun bu kabiliyeti sayesinde, hem buradan kurtulmaya, hem de kendilerinden evvel buraya gelip de tutsak kalmış diğer insanlara ulaşmaya çalışırlar.
Aslında Lost Village’a adımınızı atar atmaz Silent Hill(SH) tarzı bir ortamla karşılaşır gibi oluyorsunuz. Etraftaki sis tabakası ve arka plandaki garip sesler sizde bu hissi uyandırsada, bu köyün kendine has bir yapısı var. Burası ne diğer korku oyunlarındaki mekanlara benziyor, ne de yine Japon kültürünü yansıtan bir başka oyun olan Onimusha’ya...
Kameram olmadan, asla!
Oyunun oynanışı tamamıyla SH tarzı. Yine belirli odaların anahtarlarını arıyoruz, ruhlarla savaşıyoruz, tabii bazı farklılıklar da var. Mesela bu oyunda tek silahımız bir fotoğraf makinesi! Gülmeyin, gerçekten oyun boyunca elimizde bir fotoğraf makinesi ile dolaşıp duruyoruz. Ancak oyunun mantığı gereği, elimizdeki bu fotoğraf makinesi çok özel bir makine ve ruhları içine hapsetme yeteneğine sahip. Zaten mantık olarak da ruhlara taşla, sopayla saldırmak kadar saçma bir şey olamaz. Elimizdeki fotoğraf makinesi tek silahımız olduğu için pek çok özelliğe sahip. Oyun boyunca fotoğraf makinemizi bulacağımız çeşitli nesne ve farklı özelliklere sahip filmlerle upgrade etmemiz gerekiyor.
Oyunun en ilginç yanlarından biri olan ruhlarla savaşma kısmından bahsetmek gerekirse; elimizde silah niyetine kullandığımız tek alet bir fotoğraf makinesi olunca, ruhlarla nasıl savaşmamız gerektiğini az çok anlamışsınızdır (Sakın fotoğraf makinesini kafalarına çat diye vurmaya kalkmayın:). Fotoğraf makinesi sayesinde karşılaşacağımız ruhları alt etmek için yapacağımız tek şey onların fotoğraflarını çekmek! Fotoğraf makinesini kullanmaya başlayınca birincil kişi bakış açısına geçiyorsunuz ve kameranızın objektifinden ruhların en güzel pozlarını yakalamaya çalışıyorsunuz. Yakaladığınız pozlara göre belirli puanlar alıyorsunuz ve bu puanları fotoğraf makinenizi geliştirmekte kullanıyorsunuz. İleri bölümlerdeki ruhlarla adam akıllı karşılaşabilmeniz için kameranızı iyice güçlendirmeniz gerekli. Fotoğrafını çektiğiniz her ruhtan, kameranızın gücüne göre belli bir miktar enerjisini alıyorsunuz. Haliyle enerjisini bitirdiğiniz ruhlar da yok olup gidiyor. Burada oyunla ilgili güzel bir ipucu vereyim, bazen odalar arasında dolaşırken bir anda sağınızdan veya solunuzdan aniden bir ruh geçebiliyor eğer hızlı davranıp hemen kameranızla bu ruhların fotoğraflarını çekebilirseniz ekstra puanlar kazanıyorsunuz.