İŞİ GÜCÜ OYUN OLANLARA ÖZEL BİR FUAR
Avrupa’nın
en büyüğü oldugu iddia edilen oyun fuarı ECTS’deydik. Bu denli büyük
bir slogonla yola çıkan bu popüler oluşuma katılmak, takdir edersiniz ki,
pek kolay olmadı. Her şeyden önce lokasyon sıkıntısı olduğunu
belirtmeliyim. Ne de olsa fuar Londra’da, köşe başı veya Tepebası’nda
olmadığı malum. Ülkemizdeki fuarlarla karşılaştırılmayacak giriş
fiyatlarından sonra içeri attığımız ilk adımda bizi şaşırtan, çoğünlüğu
10-16 yaş grubundan oluşan kullanıcılardı. (bu “kullanıcı” lafı her
fikre açık aslında. Bilgisayar’ın yanısıra uyuşturucu, alkol ve bilimum
saglığa zararlı madde bu kullanıcıların kullandıkları şeyler arasında
gibi geldi bana, bilmiyorum)
İÇERİ ADIM ATARKEN
Kimseye çamur
atmak ya da daha verimli bir fuar tanıtımı yapamayacak olmama bir alt yapı
oluşturmak değil amacım. Gerçekten de başında, bağlı oldugu gang’i(çete)
simgeleyen bandanaları, bosbol pantolon ve her iklim koşulunda kapşonu
kafalarında olan sweatshirtlu teenagerların sayısı bir hayli yüksekti. Diğer
katılımcıların arasında bol miktarda programcı, grafiker ustalar ve her
fuarda karşımıza çıkan vazgeçilmez bayii’ler vardı. Tabii bir de
bizim dahil olduğumuz Pires Bey grubu.
DIŞARDAN BİR BAKSAK DAHA İYİ
Fuar merkezini
tanıtmaya dış cepheden başlamak istiyorum. Fuarın duzenlendiği Earl’s
Court isyasyonunda tramvaydan iner inmez kulağınıza bir uğultu gelmeye başlıyor.
“Ne oluyor acaba?” Diyene kadar istasyondan dışarı çıkan ve devasa
boyutlarda olan bir kaykay mekanizmasıyla karşılaşıyorsunuz. Hani şu
kaykaylı gençlerin havada uçarak şov yapmasını sağlayan yarım yuvarlak
şeklindeki platformlar. Ve tabii bangır bangır bir hip hop müzik ve
ellerinde biralarıyla kapşonlu gençler. Herkes çılgıncasına eğleniyor.
Bir gürültü, bir kıyamet, bir alabildiğine kaos, değil istasyondan çıkmak,
metroya kadar uzanan kalabalıktan dolayı trenden inmek bile mümkün değil.
“Gün, bugündür!” deyip kalabaliğa dalıyoruz. Basın girişini bulup
kimliğimizi açıklamaya başlıyoruz. “Ağbi biz Turkiye’nin en birinci
online oyun dergisi Merlin’in…”
AÇIL SUSAM AÇIL!
“Basın kartınız,
business kartınız ve yayımcınızdan imzali bir mektup” diyor adam başka
bir şey demiyor. “Merlin’in” diyor, “Kazanı“ diyemiyoruz bir türlü.
Gece kulüplerinin kapısında durup damsızı damlıdan ayıran yarma
beyefendilerden birini koymuşlar basını gerçek ve sahte diye ayırsın diye.
Bu bir hayli yer kaplayan zenci amca, boynundaki elim kadar madalyonu savurarak
sırtını dönüyor bize. Neyse, Türk usulü yalvarıp yakarıp bir sürü laf
anlatmaya çalışıyoruz ama nafile. Sonra birden Cosmopolitan’ta calışırken
sevgili arkadaşım Serpil’le kendi başımıza yaptığımız ve üzerinde büyük
harflerle BASIN/PRESS yazılı kart aklıma geliyor. Ciddiyeti artsın diye
Mecidiyekoy’de bir otobüsten diğerine koştururken bir de ona, seyyar bir
amcadan, PVC kaplatmıştım hayrına. Hemen elimi çantanın derinliklerine
sokup Ingiltere’de yasadığım bir bucuk yıl boyunca dokunmadığım kartı
çıkarıp bodyguard basın sorumlusuna sallıyorum. O da zaten bizden bıkmış,
veriyor üzerinde ECTS PRESS yazılı kartı, takıyoruz boynumuza, bir derin
nefes alip “bilinmeyene yolculuğa başlıyoruz”.
İcerinin
kalabalığı, aynı anda stantlardan yapılan anonslar, karnımızın açlığı
derken üzerinde BASIN yazan oklar dikkatimizi çekiyor. Hemen takip ediyoruz bu
okları ve kendimizi yine sıkı korunan basın salonunda buluyoruz. Buradan
kitapçık falan alıp bir plan yapmaya koyuluyoruz. Murat bize nerelere gidin
demişti? Iyi de biz ancak akıntı bizi nereye sürüklerse oraya
gidebiliyorduk. Eyvah, tüm Türk oyun severlere rezil olacağız. Saat kaç
oldu, biz de daha tık yok. (Yazinin gidisatindan da belli oldugu gibi. Daha ele
avuca gelir bir bilgi vermedik. Ama verecegiz, hic merak etmeyin).
Bu arada biz
biz dediğim, ben ve eşim. Kim bunlar ya deyip yazımıza konsantre zorluğu çekmeyin
diye ilk ek bilgi size.