“Güç… Her zaman oradadır… Tek yapmamız gereken elimizi uzatmak ve onu almaktır. Böylece onu ele geçirdiğimizi, ona sahip olduğumuzu sanarız. Daha sonra tatlı sesiyle bizi kandırır. Daha fazlasını vermek için bizi cezbeder. “Sadece...” der, “...küçük bir bedel ödemen yeterli”. Gittikçe o bedel büyür. Gittikçe o batak derinleşir. Bizi kendine bağımlı hale getirir. Kokusu o kadar çekicidir ki, onu içimize çekmeden bir dakika bile duramaz hale geliriz. Zira artık hükmeden biz değilizdir. Biz, hükmedilenizdir...”
İşte böyle başlıyor Ceiron Savaşları’nın destansı hikayesi. Umaykut Efsanesi ve Hükümran Senfoni gibi yerli malı Türk oyunları dolayısıyla yakından tanıdığımız Ceidot Stüdyoları’nın son yapımı kendisi. Kapalı Beta’sı uzun zaman önce başladı ve uzun bir süredir de Open Beta olarak herkese açık durumda.
Kurgu ve senaryo
Ceiron Savaşları’yla ilgili bahsetmek istediğim ilk konu derin kurgusu ve senaryosu olacak. Karanlık Yedi Galaksisi’nin Ianium Yıldız Sisteminde yer alan bir gezegen olan Ceiron’da geçiyor hikayemiz. Daha da doğrusu, Ceiron’un 7 kıtasının arasında en büyüğü, en hareketlisi olan Sorien’de yaşanıyor tüm olaylar. Hem üstün ırkların, hem gezegenin en baskın ırkı insanların, hem de farklı türlerin yaşadığı bir kıta burası. Ve 2 de büyük devlet bulunuyor bu kıtada: Galljan İmparatorluğu ve Pyronom Şarlığı. Pyrokaların yaşadığı Pyronom Şarlığı atrón enerjisinin mucidi olarak bilinirken, Galonların Galljan İmparatorluğu da yüz ölçümü ve askeri gücüyle öne çıkıyor. Sonuç olarak da, hikaye ve kurgu seçeceğiniz bu 2 devlet üzerinden ilerliyor. Çok derin bir senaryoya sahip olan Ceiron bu konuda takdirimi kazanmayı başarıyor zaten. Sırf senaryo da değil, diyaloglar ve diğer yan öğeler hepsi çok başarılı. Karakterlerle gireceğiniz diyaloglar yeri geliyor gülümsetiyor, yeri geliyor sizi hikayenin tam ortasına çekiyor. Hani şöyle diyeyim; fantastik bir kitap olsa bu hikaye “best seller” olurdu belki de.
“...Teni çok yumuşaktır. Bakışları bir o kadar alımlı... Ruhumuz artık onundur. Ondan ne zaman kurtulmaya çalışsak, bize neler verdiğini hatırlarız. Para, şöhret, seks, iktidar, saygınlık, korku, sevgi... Hepsi onun ihsanlarıdır. Hepsi onun enstrümanlarıdır. Onun hükümran senfonisine o kadar alışmışızdır ki, susması halinde ne yapacağımızı bilemeyip, endişeleniriz...”