Daha önce masum bir romantik komedi olarak izlediğim Groundhog Day covid karantinasında tam da varoluşumu sorgularken tekrar denk geldi. Belki hastalığın etkisiyle belki de yılların tecrübesiyle farklı bir bakış açısıyla izledim bu sefer. Çoğu zaman hayatımızın ne kadar monoton olduğundan şikayet ederiz. Her günün neredeyse birbirinin aynı olduğundan dem vururuz hep. Ama ne kadar şikayet etsek de değiştirmek için de pek uğraşmayız sanki. Üstelik o kadar alışırız ki konfor alanımıza bırakın çıkmayı çocuklarımızı bile o hayata uyumlu yetiştirmeye çalışırız. Kısır döngüyü beslemeye devam ederiz.
Tıpkı mitolojik kahraman Sisifos gibi. Sisifos Yunan mitolojisinde yeraltı dünyasında sonsuza kadar büyük bir kayayı bir tepenin en yüksek noktasına dek yuvarlamaya mahkum edilmiş bir kraldır. Tam en yüksek noktaya çıkardığı sırada taş aşağı yeniden yuvarlanıyor. Taşın ardından bakan Sisifos aşağı inip tekrar taşı çıkarmaya çalışıyordu. Fransız filozof Camus” ya göre bu kısır döngüyü trajik yapanda kahramanın her deneyişinde tekrar etmesidir. Ne kadar tanıdık değil mi?
Groundhog Day tam da bu hisler üzerine kurulu bir film. Richard Lupoff’un 1973 yılında kaleme aldığı 12.01 PM adıyla yayınlanan bir öyküden esinlenilmiş. Öyküde bir grup bilim insanı evrenin oluşumunu simüle etmeye çalışırken zamansal bir anomali ortaya çıkıyor ve piyango bedbaht kahramanımız Myron Castleman’a vuruyordu.12.01 ile 13.00 arasında ki bir saatlik zaman döngüsüne sıkışıp kalan Casleman, bir yandan olayın nedenini çözmeye çalışırken bir yandan da kurtuluş çareleri arıyordu.
Groundhog Day başrol oyuncusu Bill Murray ‘in canlandırdığı huysuz ve ukala hava durumu sunucusu Phil Connors’ın Pensilvanya’nın kırsal kasabalarından birine Groundhog Day etkinliklerini izlemsi için gönderilmesiyle başlar. Kasabada ki mütevazı hayat onu bunaltsa da katlanmak zorundadır. Ertesi sabah onu bir sürpriz beklemektedir. Artık aynı günü sürkli yaşamaktadır. Bir zaman döngüsüne sıkışıp kalmıştır. Dağ sıçanı gününü tekrar tekrar yaşamasıyla hayatını denetleyemeyeceğini ve emin olduğu gerçeklerin bile öngörülemeyeceğini anlar. Yarının olup olmayacağını bile öngöremez. Bir gün önce otel sahibesine *Bu gün gitme ihtimalim yüzde yüz* diyen Phil döngüye girince ihtimali yüzde seksene indirmiştir.
Döngüde yaşadığı günlerden birinde tanıştığı bir adama ”Aynı yerde sıkışıp kaldığın bir günü yaşamak zorunda kalsan bunu değiştirmek için ne yaparsın?” diye sorduğunda adam ”Hayatımı iyi özetledin” diyerek hepimizin olduğu durumu bize hatırlatır. Peki Phil bu döngüde yaşamaya nasıl katlanır\Yasın evrelerini yaşar sanki… Korku, öfke, pazarlık, depresyon ve kabullenme. En son kabullenme dönemine girdiğinde işler daha düzelmeye başlar. Kendini geliştirmiştir, mutlu etmeye ve mutlu olmaya başlamıştır .Döngüden kurtulmayı pek umursamaz artık. Evrende ki yerinin farkına varmıştır. [Nietsche’nin “Üst İnsan” kavramı gibi]
Döngüden kurtulmak için üst insan mı olmak gerekir, yoksa Sisifos gibi bu durumu kabullenmek mi? Bu durumu çağımızın en etkili ozanlarından Murakami özetlemiş bence..
“Sonuçta insanlar genler için bir vasıta veya geçittir en fazlasından. Bizi yarış atı gibi ölümüne sürer bir kuşaktan sonrakine at değiştirirler. Bu doğruymuş, şu yanlışmış, genlerin umurunda değildir. Biz mutluymuşuz, mutsuzmuşuz, bunları önemsemezler. Biz onlar için amaca götüren birer vasıtayız. Tek düşündükleri,işlerine neyin daha fazla yarayacağıdır.”
Evrende ki yerimizi olduğu gibi kabullenip Phil’in yolculuğundan birazcık feyz alsak yeter gibi…