Özel İnceleme
Daha önce hiç The Witcher oynamadıysanız bile bu oyunu oynayın. Skyrim’den beri kendinizi bırakacak devasa bir oyun evreni arıyorsanız bu oyunu oynayın. RPG, FPS, strateji… Fark etmez. Hangi türü seviyor olursanız olun bu oyunu oynayın. “Grafiklere önem veririm!” diyorsanız bu oyunu oynayın ve muhteşem manzaraların tadını çıkartın. “Önemli olan oynanıştır!” diyorsanız yine oynayın, dağ, tepe, ırmak, ova gezip Nekker avlayın. “Kurgu ve hikaye olmazsa olmaz!” tarafındaysanız düşünmeden alın. Oyun dünyasının en muhteşem kurgularından birine kendinizi bırakın. Oyun oynamayı sevmiyorsanız, yine oynayın, çünkü her güzel şeyin bir başlangıcı vardır.
The Witcher’ın hikayesini benim gibi oyunlardan takip ediyorsanız olabilecek en sürprize, en harika açılış sahnelerinden birine kendinizi hazırlayın. Utanmadan iddia ediyorum, The Witcher III: Wild Hunt’ın açılışını kapsayan ilk 20 dakika öyle nefis ki Bioshock: Infinite’ten beri bir oyunun başlangıcında bu kadar etkilenmemiştim. (Belki Shadow of Mordor araya kendini sokabilir.)
The Witcher oyunlarındaki olay örgüsünün öncesinde geçen kitapları okuyanlar, büyük ihtimalle The Witcher 3’ü bizden daha fazla bekliyordu. The Witcher 3 onlar için Yennefer’le, Ciri’yle hasret gidermekti. Mürekkebin ıslattığı satırlardan canlanan karakterlere doyasıya sarılmaktı. Bizim –daha doğrusu benim- içinse yeni dostlarla tanışmaktı.
Her şeyden önce The Witcher 3 insanın içine işleyen bir CD Projekt destanı. Muhteşem ezgilerle bezenmiş müziklerinden tutun da her bir parçası incelikle oluşturulmuş görevlerine kadar emek kokuyor. Hani bu öyle bir emek ki kendimi uzun zaman sonra Tamriel topraklarına yakın bir yerde hissedebildim. Zaten önceki oyunlarda da inanılmaz güzel olan görev ekranındaki yazılar, The Witcher 3’te de kendini belli ediyor. En ufak takip görevinden, hayalet avına kadar her bir görevin inanılmaz bir arka plan hikayesi var. Tamam, önceki oyunlarda da öyleydi, kabul ettim de bir sorun var: The Witcher 2’in toplam görev sayısı muhtemelen üçüncü oyunun ilk iki bölgesinde geçiliyor. Öyle bir bolluk, bereket var.
Yüzlerce görev için tek tek arka plan hikayeleri yazılması, hatta alakasız görünen “basit” yan görevlerin hayret verici bir şekilde birbirine bağlanması The Witcher 3’ün en güçlü yanı olarak göze çarpıyor.
Aynı zamanda görevleri yaparken size tanınan özgürlük had safhada. Birden fazla yapılacak şey oluyor ve bunları nasıl ve ne şekilde yaptığınız tamamen size kalmış.
Benim oyuna vurulduğum görevse –ki birçok arkadaşım aynı görevden inanılmaz etkilenmiş- White Orchard’ta karşımıza çıkan bir hayalet görevi. Takip, tuzak, gizemleri çözme… Hepsi ustalıkla monitörlerinize yansıyor. Hele görevi bitirirken bir diyalog var, akıllara zarar. Gerek karşımızdaki insanın gözlerinin buğulanması gerek sesindeki o kırılganlık…
“Ben de Witcher’ları kalpsiz sanırdım, efendi Witcher! Çok teşekkür ederim.”
Devasa bir oyun dünyasına hazır olun!
Bu sefer hikaye anlatmak yok. Bu sefer uzun giriş cümleleri ve Geralt’ın hikayesinden alıntılar yok. Bu sefer aşağıya konan bir müzik eşliğinde inceleme okuyunuz ibaresi yok. Bu sefer söylenebilecek tek bir şey var: Eğer oyunlara değer veren biriyseniz, gidin ne yapıp edip The Witcher 3’ü oynayın! Daha önce hiç The Witcher oynamadıysanız bile bu oyunu oynayın. Skyrim’den beri kendinizi bırakacak devasa bir oyun evreni arıyorsanız bu oyunu oynayın. RPG, FPS, strateji… Fark etmez. Hangi türü seviyor olursanız olun bu oyunu oynayın. “Grafiklere önem veririm!” diyorsanız bu oyunu oynayın ve muhteşem manzaraların tadını çıkartın. “Önemli olan oynanıştır!” diyorsanız yine oynayın, dağ, tepe, ırmak, ova gezip Nekker avlayın. “Kurgu ve hikaye olmazsa olmaz!” tarafındaysanız düşünmeden alın. Oyun dünyasının en muhteşem kurgularından birine kendinizi bırakın. Oyun oynamayı sevmiyorsanız, yine oynayın, çünkü her güzel şeyin bir başlangıcı vardır.
Ve başlangıçlar için Kaer Morhen’den daha mükemmel bir yer düşünemiyorum.
The Witcher oyunlarındaki olay örgüsünün öncesinde geçen kitapları okuyanlar, büyük ihtimalle The Witcher 3’ü bizden daha fazla bekliyordu. The Witcher 3 onlar için Yennefer’le, Ciri’yle hasret gidermekti. Mürekkebin ıslattığı satırlardan canlanan karakterlere doyasıya sarılmaktı. Bizim –daha doğrusu benim- içinse yeni dostlarla tanışmaktı.
Her şeyden önce The Witcher 3 insanın içine işleyen bir CD Projekt destanı. Muhteşem ezgilerle bezenmiş müziklerinden tutun da her bir parçası incelikle oluşturulmuş görevlerine kadar emek kokuyor. Hani bu öyle bir emek ki kendimi uzun zaman sonra Tamriel topraklarına yakın bir yerde hissedebildim. Zaten önceki oyunlarda da inanılmaz güzel olan görev ekranındaki yazılar, The Witcher 3’te de kendini belli ediyor. En ufak takip görevinden, hayalet avına kadar her bir görevin inanılmaz bir arka plan hikayesi var. Tamam, önceki oyunlarda da öyleydi, kabul ettim de bir sorun var: The Witcher 2’in toplam görev sayısı muhtemelen üçüncü oyunun ilk iki bölgesinde geçiliyor. Öyle bir bolluk, bereket var.
Yüzlerce görev için tek tek arka plan hikayeleri yazılması, hatta alakasız görünen “basit” yan görevlerin hayret verici bir şekilde birbirine bağlanması The Witcher 3’ün en güçlü yanı olarak göze çarpıyor.
Aynı zamanda görevleri yaparken size tanınan özgürlük had safhada. Birden fazla yapılacak şey oluyor ve bunları nasıl ve ne şekilde yaptığınız tamamen size kalmış.
Benim oyuna vurulduğum görevse –ki birçok arkadaşım aynı görevden inanılmaz etkilenmiş- White Orchard’ta karşımıza çıkan bir hayalet görevi. Takip, tuzak, gizemleri çözme… Hepsi ustalıkla monitörlerinize yansıyor. Hele görevi bitirirken bir diyalog var, akıllara zarar. Gerek karşımızdaki insanın gözlerinin buğulanması gerek sesindeki o kırılganlık…
“Ben de Witcher’ları kalpsiz sanırdım, efendi Witcher! Çok teşekkür ederim.”
Hikaye 9/10
Yan görevler 10/10
Ana karakter 9/10
Savaş mekabikleri 8/10
Canavarlar 6/10
Harita 8/10
Yan karakterler 7/10
Büyüler 4/10
Can yenileme 3/10
Zırh, kılıç çeşitleri 9/10
At mekanikleri 5/10
Seviye mantığı 4/10
Kısaca beğendim ??