Gece saat 23:55. Yatağına uzanmış ve kendini huzurlu gecenin kollarına
bırakmış bir çocuk. Uyuyacak ve yepyeni rüyalar alemine dalacaktı, en azından
kafasında böyle bir düşünce vardı. Herşey normal gözüküyordu, taa ki o müthiş
gürültüyü duyana kadar. Oda sallanmaya başlamış ve eşyalar yere düşmeye
başlamıştı. Pencereden baktı ve parlaklıktan daha da öte bir ışık gördü.
Pijamalarıyla, o soğukta dışarı çıktı ve daha önce görmeyi aklına bile
getiremeyeceği bir manzara ile karşılaştı. Koskoca bir ekspres, onu evinden
almaya gelmişti. Kondüktör yaklaştı ve ona “Geliyor musun?” diye sordu. Çocuk ne
yaptığını bilmez biçimde kendisini trende buldu. Nereye, ne için gittiği
hakkında hiçbir fikri yoktu. Kimse ona, kutuba gidiyor olduğunu ve artık
kimsenin inanmadığı Noel Baba ile tanışacağını söylememişti.
Bu tren nereye gider?
The Polar Express de, kitaplardan beyaz perdeye geçmiş olan bir konsept. Bu
zincirin son halkası olarak, bilgisayar oyunu şeklinde karşımıza çıkıyor. Film,
kaliteli motion capture görüntülerden oluşuyor. Çocuk, Noel Baba ve birkaç
karakterin daha seslendirmesi, Tom Hanks gibi usta bir oyuncu tarafından
gerçekleştirilyor. Yeni Yıl – Noel Baba ikilisine,eğlenceli ve biraz da çocuksu
bir açıdan yaklaşıyordu The Polar Express.
Hemen başlangıçta, filmin orijinal trailer’ından görüntüler ile karşılaşıyor ve
olayın başlangıcı hakkında fikir sahibi oluyoruz. Film ile aynı capture
teknolojisinin kullanılması, ara video’ları oldukça kaliteli kılıyor. Surat
ifadeleri, hareketler gerçeklerine süper benzetilmiş ve alkışı hakediyorlar.
Başlangıç demosunun ardından, trene binmemizle birlikte ana oyuna geçip kontrolü
devralıyoruz. Kitap şeklinde tasarlanmış ana menüde, üzerinde vakit harcanacak
bir opsiyon bulunmuyor. Sadece bu menü içerisinde bonus bölümü dikkat çekebilir.
Burada oyun boyunca toplayabileceğimiz oyuncak parçaları ile, ekstra içerikler
açabilmek mümkün. Bu arada tuş ayarlarımızı yapabileceğimiz herhangi bir bölüm
de bulunmuyor, çünkü zaten basit bir tuş sistemi mevcut.
Harry Potter serilerinde olduğu gibi, The Polar Express’de de çocuk
kahramanımızı üçüncü şahıs görünümünden kontrol ediyoruz. Yalnız, kaliteli bir
başlangıç demosundan sonra, oyun içi grafiklerinin düşüş göstermesi göze pek hoş
gelmiyor. Gerçi gözleri rahatsız eden bir durum ortada yok, hatta cıvıl cıvıl
grafikler var. Tasarım bakımından düşündüğümüzde ve ara demolarla kıyasladığımız
zaman, işin rengi birazcık değişiyor. Can sıkıcı olan bir özellik de, hareket
kabiliyetimizin oldukça sınırlı olması. İleri, geri, sağa ve sola gidebiliyoruz
ama sanki yanlara doğru giderken bir sınır çizilmiş gibi ve biz bu sınırın
ötesine nedense geçemiyoruz. Kamera açıları da zaman zaman bizleri zor durumda
bırakabiliyor ve önemli noktalarda görüşümüzü engelleyebiliyor.
Mini mini oyunlar
Genelde mini oyunlar üzerine kurulu bir oynanış söz konusu. Tren içerisindeyken,
her yeni vagona geldiğimizde bizi farklı ve açıkçası çok eğlenceli mini oyunlar
beklemekte. Trendeki genel amaç, arkadaşlarımızın kaybolan biletlerini
bulabilmek, bunu da başarabilmek için vagon vagon gezmeli, çeşitli engelleri ve
bulmacaları aşmalıyız. Genel anlamda bakıldığında, The Polar Express, küçük
yaştaki oyuncular hedef alınarak hazırlanmış ama bazı bulmacaları ve oyunları
görünce bunun hakkında iki defa düşünmek zorunda kalıyoruz. Çözülemeyecek gibi
değiller ama, belki ufak yaştaki oyuncuları daha da zorlayabilir ve belki de
sıkabilirler.