The Outer Worlds incelemesi! Video oyun dünyasında her zaman alıcısının olduğu rol yapma türü, içerisinde bulunduğumuz konsol jenerasyonunda çok güzel meyveler verdi. Persona 5, Fallout 4 ve Divinity: Original Sin serisi gibi genel olarak hardcore oyunculara hitap eden, aksiyonuyla pek fazla öne çıkmayan oyunlar, saatlerce oynayanları ekran başına kilitledi. Benzer tarzda rol yapma oyunlarına damgasını vuran Obsidian ekibi ise bu jenerasyonda South Park: The Stick of Truth ve Pillars of Eternity serisiyle bir kez daha kendini kanıtlamış oldu. Daha öncesinde Fallout New Vegas ile oyuncuların kalbini kazanan firma, risk alarak yeni bir projeye başladığını geçtiğimiz E3 fuarında duyurmuştu. The Outer Worlds adı ile bu jenerasyona veda etmeye hazırlanan Obsidian, bakalım yine kendilerinden bekleneni vermiş mi? Gelin hep beraber yakından bakalım.
The Outer Worlds İnceleme
Hikaye anlamında alternatif bir evreni tercih eden Obsidian ekibi, senaryoyu 1901’de eski Amerikan Başkanı Willian McKinley’in suikaste uğramadığı zamandan başlatıyor. Alternatif bir evrende geçtiği için piyasaya kendi amaçları doğrultusunda hükmedemeyen ABD hükümeti, çareyi yönetimi yavaş yavaş büyük şirketlere bırakmakta buluyor. Kapitalist düzenin acımasız bir şekilde işlediği hikayenin devamında ise uzayda koloniler kurulmaya başlanıyor. 2355 yılında geçen The Outer Worlds’ün dünyasına yavaş yavaş girmeye başladığınızda, insanların ne denli paraya, makama ve rütbeye tamah ettiğini ve liyakatın yok derecesinde olduğunu görebiliyorsunuz. Tabii bu hikayenin oyunun arka planında gerçekleştiğini belirtelim.
Oyuna başladığınızda, Hope isimli bir uzay gemisinde yolcu olduğunuzu öğreniyorsunuz. Yolculuk sırasında gemide yaşanan bir arızadan dolayı, on yıllık yolculuğumuz altmış yıla kadar uzuyor. Ardından buzlanmış bir şekilde uyuyan ana karakterimiz Passengers filmine benzer olarak uyanıyor ve başka bir yörüngeye hiper uzayı kullanarak yolculuk etmek zorunda kalıyoruz. Fragmanlarda da gözüken Phineas Vernon Welles adındaki bilim adamı ise bağlı olduğumuz Halycon kolonisini kurtarmak amacıyla bizi en yakındaki Terra 2 isimli gezegene zorla indiriyor. En sonunda ise kolonimizden bağları kopmuş ve geri dönmek zorunda olan bir yabancı rolünde, hiç tanımadığımız bir gezegende maceramız başlıyor.
Zaman zaman klişe olarak görebileceğimiz, ancak arkasında koca bir sır perdesi barındıran bu hikayenin başlangıcının ilgi çekici olduğunu belirtmeliyim. Hikaye anlatımı konusunda Fallout oyunlarına benzeyen The Outer Worlds, oyun sırasında devamlı olarak ana hikayenin önemini size hatırlatmayı ihmal etmiyor. Yani yan görevlere daldığınızda bile oyunun sunduğu alt metinler veya çevresel faktörler sayesinde kendinizi bir an önce ana hikayeye dönmek zorunda hissediyorsunuz.
Terra 2’ye iniş yaptığımız kapsül tam fırlatılırken karakter oluşturma ekranı kontrolümüze sunuluyor. Yüz hatlarını oldukça detaylı bir şekilde oluşturabilirken, vücudumuzun fiziksel özelliklerine dokunamıyoruz. Karakter oluşturma ekranında görünüşün yanı sıra karakterimizin yetenekleri de detaylı bir şekilde belirleniyor. Body, Mind, Personality olarak ayrılan karakterimizi oluşturan üç temel unsuru dengeli şekilde bir araya getirmelisiniz. Çünkü oyunun başında vereceğiniz kararların ve yapacağınız eylemlerin temelini burada atmış oluyorsunuz.
Oyunun karakter oluşturma ekranı kafa karıştırıcı değil
Yıllar Önce Fallout Ne Yaptıysa Aynısı.
Oyunun Dünyası Renkli Olması İle Sizleri Kandırmasın Canlı Bir Dünya Yok!