Still Life - Demo İncelemesi
Erdem Maşlak
3.06.2010 - 12:31
Şimdiye kadar öldürdü, bundan sonra da öldürmeye devam edecek!!!
Adventure oyunlarında dünyaca tanınan ve yeni nesil hedefleri en iyi biçimde
ortaya koyan Fransız firması Microids, geçtiğimiz E3 fuarında duyurduğu son
bombası Still Life ile önümüzdeki günlerde tekrar aklımızı başımızdan almaya
hazırlanıyor. Firmanın Syberia serisi ve Post Mortem adlı oyunlarıyla belleklere
kazınmış bir tarihi var. Her ne kadar bu oyunları dışında kendilerinden şimdiye
kadar pek bir ses çıkmamış olsa da, yaptıkları sayılı oyun ile yoktan yere
adventure oyuncularının gönlünde taht kurdular. Şimdi ise sırada hakkında birçok
şeyi yeni yeni öğrendiğimiz Still Life karşımızdalar.
Ölümünün sıcacık kolları ile seni selamlıyorum kardeşim…
Oyunun daha yapımcı kadrosunu görür görmez Still Life’daki görselliğin bizi
nasıl etkileyeceğine dair tahminlerde bulunmak mümkün. Post Mortem ve
Syberia’dan tanıdığımız ya da tanımadığımız pek çok başarılı kişi yine Microids
çatısı altında buluşarak Still Life’ı üretiyorlar. Tahmin edeceğiniz gibi
Microids etiketini taşıyan bir oyunu yalın bir dilde ve bu şekilde çağırmak
yanlış olur. Çünkü gördüğümüz grafikler, gerçeklikle at başı yarışacak
cinstendi, öyle de kalacak. Nitekim firmanın geçmişinde yarattığı oyunları da
hesaba katarsak Still Life’daki atmosferden memnun olmamamız eminim ki imkânsız
olacaktır.
Tabi grafiklerden öte bir adventure oyununu elle tutulur bir hale getiren en
önemli “şey”; hak vereceksinizdir ki konusudur. Bu noktada oyun hakkında
araştırma yaptığım sıralarda beni inanılmaz derecede mutlu eden ve sizde de
bende yarattığından farklı bir etkiye neden olmayacağını sandığım bir bağlantı
ile karşılaştım. Öncelikle McPherson soyadının size ne ifade ettiğini sormama
izin verin. Çoğu adventure meraklısı bu ismin Post Mortem’deki başkahramanımızın
soyadı olduğunu söylediler bile. Evet, işte Still Life’da bu kez Gustav “Gus”
McPherson’un torununu kontrol edeceğiz. Kendisi bir bayan ve adı Victoria
McPherson.
Olaylar Post Mortem’in 1900’lü yıllarından sıyrılıp günümüze intikal ediyor.
Okulundan büyük bir başarı ile mezun olan Victoria, FBI’da kendine yer buluyor.
İşlerini gayretlice devam ettirmekteyken ilk davasını bitirip ikincisi üzerinde
bile çalışmaya başlıyor. Aldığı son dava, seri bir katile ait. Oyunun internet
sitesinde “Bundan önce öldürdü, daha da öldürmeye devam edecek” şeklinde
tanımlanan bu seri katilin davasında Victoria vakit kaybetmeden delil toplamaya
koyuluyor. Yalnız zaman içerisinde tarih yeni yıla yaklaşıyor ve Vic, dinlenme
maksadıyla babası Patrick McPherson’un Chicago’daki evine gidiyor. Burada
tatilini sürdürmekteyken dedesi Gustav McPherson’a ait onun eski davalarından
dosyaları inceliyor ve bunların arasında şu an sürdürmekte olduğu seri katil
işiyle alakalı çok yakın ilişkiler kurmasıyla oyun start alıyor. Ki Post
Mortem’in sonunu hatırlayacak olursak ölümsüzlük için uğraşanların sadece
Orpheei Otel’i cinayetinin katili olmadığını anımsayacaksınız. Peki, o davadan
sonra Gustav’a ne olduğunu hiç merak etmiş miydiniz? Kendisi yeni atılımlar için
Prag’a gitmiş ve orada da kendini başka bir cinayet davasının içinde bulmuştur.