Unreal 2, oyunların geleceği açısından bir dönüm noktasıydı. Bu sözümü unutmayın, ileride hatırlayacaksınız.
Çok mu iyiydi? Hayır. Yeni standartlar mı belirliyordu? Evet. Neydi bu standartlar? O zamana kadar çoğu oyunda az çok hissettiğimiz “games for the next generation” (yeni nesil için oyunlar) özellikleri, ilk defa Unreal 2’de kendini tamamıyla açığa vurmuştu. Kısaca basit, kolay, oyuncuyu hiçbir şekilde zorlamayan, platform oyunlarından bir sürü özelliği ödünç alan, maksimum iki gün içinde biten ve grafikleri çok gelişmiş oyunlar bunlar. Şimdiye kadar böyle oyunlar yok muydu? Vardı, ancak büyük firmalar bu tarz oyunlar yapmıyor ve efsane isimleri (Unreal gibi) asla “piyasa şartlarına” kurban etmiyordu. Oysa, artık ediyorlar. En çok satan oyunlar listesine bir göz atın. Aylardır en çok satan oyun ne? Sims ve mahdumları. Bunun da iki sebebi var, normal oyunlardan daha ucuzlar ve basitler. Dünyanın en çok satan oyununu biliyor musunuz? Çocuklar için beyzbol. Çok daha salak bir ismi var ama şimdi hatırlamıyorum.. Oyunlar, bilgisayar başına oyun oynama maksadıyla oturmayan, sadece canı sıkıldığında oyunları kurcalayan kitle ile “yeni nesil” için hazırlanıyor. Hardcore gamer’ları hatırlayan yok.. Çünkü onlar, artık bir piyasa oluşturmuyor. Yeni nesil ise maksimum Sims zorluğunda oyunlar istiyor, eğlenmeliler (zorlanmamalılar), grafiklere bakıp etkilenmeliler, görevleri kolayca anlayabilmeliler ve maksimum iki gün içinde de oyunu bitirmeliler, ki gidip yenisini alabilsinler. Zeka yaşı tek basamaklı amerikan bebeleri için oyun yapılıyor artık.. O amerikan bebeleri de sadece ABD’ye özgü değil, dünyanın her tarafındalar.
Bu akıma halen kapılmayan iki yapımcı firma var: Raven ve Blizzard. İd diyeceksiniz, ama onu henüz bilmiyoruz. Doom III çıksın hele.. Özetle bir elin parmaklarını geçmiyor, geçemez de. Üstelik işler böyle giderse, hayatta kalabilmek için onlar da bakış açılarını değiştirecek. Kısaca, eski nesil oyun oynayamayacak bundan sonra.. Enter The Matrix’e bakın. Hayatımda gördüğüm en rezil oyunlardan biriydi, kısa, basit (bazı bölümler kısalığı çaktırmamak için özelikle zor tabii) ve filmin şöhretine yamanmaya çalışan.. Ve fakat yeni nesil çatır çatır oynuyor, forumlarda susmuyor, oyunda sanki varmış gibi “gizem” keşfetmeye çalışıyor falan filan.. Oyunlar, bir sanat eseriydi eskiden, şimdiyse sadece meta.
Tahmin edebileceğiniz gibi, ki halen okumaya devam ettiğinizi varsayıyorum, Star Trek Elite Force II de bu akımın hevesli bayrak taşıyıcılarından. Birincisini Raven yapmıştı. Güzeldi. Hatta Star Trek serisinden çıkan tek iyi oyundu. Raven, bu ünvanı kaptırmadığı için sevinebilir. Ritual tarafından yapılan devam oyunu, her haliyle birincisini aratıyor çünkü.
Mevzu komple değişmiş. İlk oyunda, galakside kaybolan ve Yıldız Filosuna tekrar katılabilmek için çabalayan “yalnız” bir gemideki takımın bir üyesiydik. Sadece bu bile, atmosferi arttırmaya yetiyordu. İkinci oyunda ise artık kurtarılmışız. Üstelik, (oyunun ne kadar zayıf olduğunu yapımcılar da bildikleri için) artık J.L.Pickard’ın komutası altımdayız. Kısaca, meşhur “Atılgan” gemisindeyiz. Görev halen aynı. Tek problem, oyunun gereksiz yere uzun, can sıkıcı ve buram buram “bitse de gitsek” kokuyor oluşu.
Oyun bir iki giriş görevinden sonra bir takım yaratıkların arasına atıyor bizi ve esas mevzu başlıyor. Oyun boyu yaratıkların nereden geldiğini çözmeye çalışıyoruz, son bölümde de, tahmin edebileceğiniz gibi buluyoruz ve sorunu kökten hallediyoruz. Yalnız son bölüme kadar yaratık kılığındaki böceklerle savaşmak korkunç sıkıyor insanı. İlk oyunda en azından düşman çeşitliliği vardı. Bunda yok, böcek, böcek, böcek.. Maşallah her köşeden de çıkıyorlar. Bunlar için kullanabileceğiniz özel bir silahınız var elbette, hayır Şeltoks değil, mutfak robotunu andıran tuhaf bir nesne. Yalnız her ne hikmetse, oyundaki diğer silahlar gibi onun da mermisi anında tükeniyor ve elinizde kibrit boyutunda bir phaser ile kalıveriyorsunuz.