EksilerSaçmalayan dövüş sistemi, seslendirmeler, çok az rastlanabilen hatalar
"Yazı için Ceyhun Çarpar'a teşekkür ederiz."
Kim bilebilirdi ki, beni BioWare oyunlarından başka RPG'ler de etkileyebilir
diye? Açıkçası RPG'leri anlaşılması baya zor, karman çorman ara yüzleri yüzünden
oynamayı pek tercih etmiyorum. Aslında bu türü çok seviyorum, ama kafa
patlatacak kadar zamanım pek olmuyor. Malum PC uzun süredir de oyun kıtıydı ve
ben de ne yapayım ne edeyim; daha önce çıkardıkları hiçbir yapımını oynamışlığım
olmayan Piranha Bytes'ın son geliştirdiği Risen'na bir bakayım dedim. İndirdiğim
demo beni fazlasıyla etkilemişti ve tam sürümüyle birlikte maceraya daldım. RPG
damarım yine kabarmıştı, ama sıkılmaktan korkuyordum. Fakat beklemediğim bir
şekilde, komplike olmayan bir oyunla karşılaştım. Sadece ben değil, usta RPG
oyuncuları bile bu yapımı beğenmişti!
Gothic’ten bu yana!
Adı olmayan karakterimiz, mürettebatı olduğu gemisinin esrarengiz bir şekilde
batmasıyla, yine kendi gibi isimsiz bir adada (Oyun boyunca adanın ismi
geçmiyor) gözlerini açıyor. Risen, açılışı bir fırtına ve karanlık havayla
yapıyor. Müthiş atmosfer eşliğinde benimle birlikte kurtulan bayanı ve kendimi
korumak için çevrede kullanacağım bir silah arıyorum. Yandaki odunluktan bir
sopa koparıveriyor ve patikaya dalıyoruz. Bilinmezliğin verdiği tetikte olma
güdüsüyle birkaç çeşit yaratık kesiyorum, canım da gittikçe azalıyor. Çevreden
topladığım otları tüketerek canımı tazeliyorum. Derken karşımıza bir kulübe
çıkıyor, artık fırtına bulutları dağılmış, gün doğuşunu altımda uzanan uçurum
eşliğinde seyrediyorum. Yanımdaki bayana elveda deme zamanı, biraz etrafı
arşınlamalıyım. Bir haydut kampına giriyorum, bir şeyler aydınlanmaya başladı.
Haydutlar bu bataklığa, Inquisition'ın onların kasabasını ele geçirmesiyle
yerleşmişler. Başlarında da eski ada hükümdarı Don Esteban var, onu görmek için
de baya cebelleşiyorum gerçi.
"Yapımın grafikleri genel olarak hoş bir manzara sunmayı başarıyor."
Kime niyet, kime kısmet! Herkese var bize nispet!
Don Esteban ve adamlarının hemen hepsi çapulcu ve gerçekten "Haydut" olmayı hak
ediyorlar. Liderinin ardından bir işler çeviren Brogar mı dersiniz, arenadaki
dövüşler için gizli bahis açan Craig mi dersiniz, Harbour Town'da evlere soygun
düzenleyen Cid'e ne demeli? Şu Don Esteban öyle bir adam ki, adamlarına
kazdırdığı tapınaktan çıkan koca hazineyi görüyorsunuz, fakat o görev yaparak
kazandığınız zırh için bile 2000 altın istiyor! Inquisiter, yani Inguisition'ın
lideri ilk başlarda kötü bir izlenim yaratsa da, amacı dünyayı kötü güçlerden
kurtarmak. Zaten bir süre sonra senaryo da o yöne kayıyor. Üstelik zırh da
bedava!
Risen’ın derin olmayan senaryosu eşliğinde kasabalar arası turlayarak, pek büyük
olmayan haritanın içinde gezinmeye başlıyorsunuz. Ayrım da burada başlıyor, oyun
sizi iki taraftan birine girmeye zorluyor ve iki tarafta da hikaye farklı
şekilde gelişiyor. Don Estaban'ın ekibine katılırsanız bir avcı veya savaşçı,
eğer Inquisition'a katılırsanız büyücü olarak yolunuza devam ediyorsunuz. Gerçi
oyunun ilk bölümünde manastıra yaklaşırsanız, sizi apar topar içeri alıp
Inquisition'a katılmaya zorluyorlar. Kurtuluşunuz da olmuyor.
Bahsettiğim gibi yapımın haritası pek geniş değil. Fakat Risen mümkün olduğunca
araştırmanıza; zaman zaman yolunuzu tıkayan uçurum ve ormanlık alanların
berisinde ne olduğunu merak etmenizi sağlıyor, aslında bunu da başarıyor.
Girebileceğiniz mağara ve yıkık tapınakların içinde oyunun başlarında girip de,
pişman olup "Biraz güçleneyim, o zaman görürsünüz!" lafını pek sık
kullanacaksınız. Bir Level Scaling (Düşmanların sizinle neredeyse eşit güçte
olması) durumu kesinlikle söz konusu değil. Bu mağaraların içinde ne olduğunu
gerçekten merak ediyorsunuz, fakat çoğuna girdiğinizde bir hüsranla
karşılaşacaksınız. Çünkü göründüklerinden çok daha ufaklar ve çoğunda işe yarar
şey çok az çıkıyor.