Özel İnceleme
Persona 5, serinin diğer oyunlarının aksine çok hızlı bir şekilde başlıyor ve sizi direkt olarak aksiyonun içine bırakıyor. Eğer serinin diğer oyunlarını veya en azından 3 ve 4'ü oynadıysanız, aksiyon başlamadan önce yaklaşık 1-2 saat ortalıkta takılıp etrafınızı ve karakterleri tanımaya çalıştığınızı biliyorsunuzdur. Persona 5 cesur bir hareket sergiliyor ve bu kez farklı bir şey deneyip, aslında oyunun genel tonuna da yakışır bir şekilde, hareketli ve çok havalı bir başlangıç yapıyor.
Her şeyin başında, Persona 5'in de en başarılı olduğu nokta bu. Yeni nesile uymaya çalışan köklü serilere bir baktığımızda, genellikle bu serilerin bırakın yeni nesile ayak uydurmayı, eski nesilden de hiçbir şeye sahip olamadığı ve bu sebeple de arada kalmış birer başarısızlık sembolü olduklarını rahatlıkla söyleyebiliyoruz. Bir serinin karakterini oluşturan ana formül bozulduğu anda, ortaya ne çıkarsa çıksın başarılı olamıyor. Doğrusunu söylemek gerekirse ATLUS'tan bu konuda zaten hiç şüphe etmedik. Şu güne kadar birçok farklı platformda, birçok farklı Shin Megami Tensei oyunu ile karşımıza çıkan firmanın bu seriye ait kötü bir oyun çıkardığını anımsamıyorum. Bu yüzden Persona 5 de beklediğimize değecek, sağlam bir yapım olacaktı. Oldu da.
Renkli ve sanatsal başlangıcı sırasında bizleri serinin o alışık olduğumuz sıra tabanlı savaş sistemi ile tekrar buluşturan Persona 5, ilk bölümde basit ve önceki oyunların bir kopyası gibi görünse de giriş kısmından sonra yavaş yavaş gelişen, sürekli yeni mekaniklerle büyüyen bir savaş sistemine sahip. Persona 3 ve 4'te gördüğümüz mekaniklerin üzerine Shin Megami Tensei serisinde de karşılaştığımız bazı yeni mekanikleri ekliyor.
Şimdiye kadar gördüğümüz en detaylı ve etkileyici Persona oyunu
Abartmıyorum, gerçekten öyle. Belki serinin ilk iki oyununu aklınıza getirince tatlı nostaljik histen haz alıp "yok abi ya, o kadar da değildir" demiş olabilirsiniz. Ancak Persona 5, özellikle de Persona 3 ve 4'ün tekrar eden mekanikleri ve haritalarından sonra ilaç gibi gelen, kusursuz bir yapım. Tıpkı serinin diğer oyunları beşinci oyunda da sıradan bir lise öğrencisinin rolüne bürünüyorsunuz. Gündüzleri okula gidip arkadaşlarıyla takılan, sınavlara giren, sözlülere katılan ve çay-çorba içen ana karakterimiz, akşam olduğunda net bir şekilde fark edilebilen yetişkinlerin çirkin haz ve istekleri ile savaşıp dünyayı insanların içinde bulunan karanlıktan kurtarmaya çalışıyor.
Hatırlarsınız, Persona 3'te Tartarus ve Persona 4'te de Midnight Channel adı altında, rastgele oluşturulan ve pek de heyecanlı olmayıp, bir yerden sonra ister istemez sıkıcı hale gelen zindanlar bulunmaktaydı. Yeni oyunda bu yavanlığın ve tekrarcılığın esamesi bile okunmuyor, rahat olun.
Uzun bir bekleyişin sonunda geldi ve kalbimizi çaldı
Çok uzun bir bekleyişin ardından, hatta tam olarak PlayStation 2 zamanından beri yeni bir oyunu ile karşılaşmadığımız Persona serisi sonunda beşinci üyesi ile karşımızda. Elbette bu zaman aralığı içinde Persona 4 Golden veya Persona Q gibi ara oyunlar çıktı ancak sağlam, gerçek bir Persona oyunu için çok uzun bir süre beklememiz gerekti.Persona 5, serinin diğer oyunlarının aksine çok hızlı bir şekilde başlıyor ve sizi direkt olarak aksiyonun içine bırakıyor. Eğer serinin diğer oyunlarını veya en azından 3 ve 4'ü oynadıysanız, aksiyon başlamadan önce yaklaşık 1-2 saat ortalıkta takılıp etrafınızı ve karakterleri tanımaya çalıştığınızı biliyorsunuzdur. Persona 5 cesur bir hareket sergiliyor ve bu kez farklı bir şey deneyip, aslında oyunun genel tonuna da yakışır bir şekilde, hareketli ve çok havalı bir başlangıç yapıyor.
Her şeyin başında, Persona 5'in de en başarılı olduğu nokta bu. Yeni nesile uymaya çalışan köklü serilere bir baktığımızda, genellikle bu serilerin bırakın yeni nesile ayak uydurmayı, eski nesilden de hiçbir şeye sahip olamadığı ve bu sebeple de arada kalmış birer başarısızlık sembolü olduklarını rahatlıkla söyleyebiliyoruz. Bir serinin karakterini oluşturan ana formül bozulduğu anda, ortaya ne çıkarsa çıksın başarılı olamıyor. Doğrusunu söylemek gerekirse ATLUS'tan bu konuda zaten hiç şüphe etmedik. Şu güne kadar birçok farklı platformda, birçok farklı Shin Megami Tensei oyunu ile karşımıza çıkan firmanın bu seriye ait kötü bir oyun çıkardığını anımsamıyorum. Bu yüzden Persona 5 de beklediğimize değecek, sağlam bir yapım olacaktı. Oldu da.
Renkli ve sanatsal başlangıcı sırasında bizleri serinin o alışık olduğumuz sıra tabanlı savaş sistemi ile tekrar buluşturan Persona 5, ilk bölümde basit ve önceki oyunların bir kopyası gibi görünse de giriş kısmından sonra yavaş yavaş gelişen, sürekli yeni mekaniklerle büyüyen bir savaş sistemine sahip. Persona 3 ve 4'te gördüğümüz mekaniklerin üzerine Shin Megami Tensei serisinde de karşılaştığımız bazı yeni mekanikleri ekliyor.
Şimdiye kadar gördüğümüz en detaylı ve etkileyici Persona oyunu
Abartmıyorum, gerçekten öyle. Belki serinin ilk iki oyununu aklınıza getirince tatlı nostaljik histen haz alıp "yok abi ya, o kadar da değildir" demiş olabilirsiniz. Ancak Persona 5, özellikle de Persona 3 ve 4'ün tekrar eden mekanikleri ve haritalarından sonra ilaç gibi gelen, kusursuz bir yapım. Tıpkı serinin diğer oyunları beşinci oyunda da sıradan bir lise öğrencisinin rolüne bürünüyorsunuz. Gündüzleri okula gidip arkadaşlarıyla takılan, sınavlara giren, sözlülere katılan ve çay-çorba içen ana karakterimiz, akşam olduğunda net bir şekilde fark edilebilen yetişkinlerin çirkin haz ve istekleri ile savaşıp dünyayı insanların içinde bulunan karanlıktan kurtarmaya çalışıyor.
Hatırlarsınız, Persona 3'te Tartarus ve Persona 4'te de Midnight Channel adı altında, rastgele oluşturulan ve pek de heyecanlı olmayıp, bir yerden sonra ister istemez sıkıcı hale gelen zindanlar bulunmaktaydı. Yeni oyunda bu yavanlığın ve tekrarcılığın esamesi bile okunmuyor, rahat olun.