Assassin's Creed serisi nasıl kurtulur?
Açık konuşmak gerekirse, Assassin’s Creed serisi ilk çıkığı vakit çok sıcak bakmadım. Epey yüksek potansiyeli olan bir seri, çok ciddi hatalar yüzünden olabileceğini olamamıştı. Bu baya can sıkıcı bir durumdu ve bu sebeple Altair’in hikayesi beni bir türlü saramadı. Assassin’s Creed II’yi oynadığım zaman ise bütün fikirlerim değişti diyebilirim.
AC II, seri olarak yepyeni şeyler deniyordu. Özellikle mekan olarak Rönesans döneminin o eşi benzeri olmayan mimarisini oyunun içine öyle kuvvetli bir şekilde dahil ediyordu ki, bazen çevremize bakmaktan oyunu oynayamaz hale geliyorduk. Mimariyi incelemek, tarihini okumak, bunlar Assassin's Creed II'nin dünyasını özel yapan şeylerdi.
Assassin’s Creed II, yarattığı gizem açısından olağanüstü bir oyundu. Oyun ilerledikçe Glyph toplayarak açmaya çalıştığımız insanlığın gizli tarihine yaklaştığımız her adımda, hikaye bize yepyeni sorular sordurtuyor, merak duygumuzu perçinliyordu.
Assassin’s Creed II ve Ezio karakteri çok büyük bir efsaneydi bildiğiniz gibi. Oyunun ek paketleri de aynı şekilde sevildi. Brotherhood gayet sağlamdı, ikinci oyunun üzerine yepyeni şeyler koyuyordu ve bu oyuncuyu epey bir meşgul ediyordu. Revelations ise İstanbul’da geçtiği için gönlümüzde taht kurmayı başarmıştı. Dananın kuyruğu ise Assassin’s Creed 3’te koptu.
Assassin’s Creed 3’te Ubisoft’un pek çok hatasını ve tekrarını görüyoruz. Bu hatalardan biri, bize Floransa ve Rönesans dönemi gibi muhteşem görsellikte bir dönem sunduktan sonra, 3.oyunda hikayeyi Amerikan kurtuluş savaşına bağlamasıydı. Amerika’nın ilk kurulduğu dönemleri konu aldığından, çok yeni bir Amerika ile karşı karşıyaydık. E doğal olarak Assassin’s Creed 2 ile karşılaştırıldığı vakit Assassin’s Creed 3 bir Alex değildi görsel açıdan. Bunun üzerine, Amerikan tarihi çoğu insanın ilgilenmediği bir alandı. Sonuçta rönesans denildiği zaman herkes aşağı yukarı gözünde bir şeyler canlandırabiliyor ama Amerikan tarihi, işte Assassin's Creed 2'den sonra buralarda yüzmek tehlikeliydi.
Tabii iş sadece burasıyla kalsa iyiydi. Assassin’s Creed II ile Ezio gibi güçlü bir karakteri hayatımıza sokan Ubisoft, Connor ile kalbimizi fethetmeyi bu sefer başaramadı. Tabii iki karakter çok büyük farklılıklara sahipti. Ezio eğitimli bir Rönesans erkeğiyken, Connor yerli kültürü ile yetişmiş, yağız bir delikanlıydı. Dolayısı ile Ezio’nun cümlelerine ve kişilik yapısına sahip değildi. İnsanlar Connor ile tanıştıktan sonra Ezio tadında, daha keskin bir karakter aramışlardı doğal olarak.
Assassin’s Creed 3’ün üç önemli sorunundan ikisi böyleydi. Mekan, karakter ve son olarak hikaye. Desmond Miles’ın büyük olaylar atlatarak geldiği nokta, yeterince tatmin edici değildi.
Oyunu bitirmediyseniz buradan sonrasını okumanızı tatmin etmiyorum fakat sanırım artık kendini feda etme konseptli kahramanlardan sıkıldık.
Assassin’s Creed 2’de verilen o devasa gizem bu kadar basit fikirlerle harcanmamalıydı sanırım. Ubisoft, nedense bu konuda elinden geleni yeterince yapmamış, oyun bunu çok net hissettiriyordu.
Hatta Assassin’s Creed 3 ile ilgili diyebileceğim tek iyi şey gemi savaşları olabilir. Ama Ubisoft’un bir oyununda tutan şeyi hemen bir sonraki oyununa endekslemesi gibi bir durum var.
Yani gemi kontrol etmek çok güzel diye hemen ardından korsan temalı bir Assassin’s Creed oyunu duyurmaları oyuncuların bir çoğuna epey antipatik gelmişti.