Elimde kamera ağlarım
Şimdi şöyle söyleyeyim, ben yaşamım boyunca oyun oynadım, bu oyunların çok büyük bir kısmı korku ve gerilim türündeydi.
Silent Hill, Dark Seed, Sanitarium, Phantasmagoria, Nocturne ve daha buna benzer onlarca oyun benim çocukluğumdu,
X-Files en sevdiğim diziydi, neredeyse çıkmış bütün kaliteli korku filmlerini izledim, boş zamanlarımda gecenin bir vakti çay koyup
/x/ okur,
SCP Foundation’dan hikayelere bakarım, internetin karanlık köşelerine saklı hikayeleri bulur çıkartır ve daha sonra günlerce uyuyamam fakat ertesi hafta bunu yine yaparım.
En sevdiğim kitaplar korku kitaplarıdır,
Clive Barker desen hepsini okudum,
Stephen King desen hangi hikayesi derim, bu böyle gider.
Cthulhu mitosunu çerezler, ufo belgeselleri izler seri katillerle ilgili makaleler araştırırım, slasher türüne bayılırım, ileride evlenirsem benimle Belgrad ormanında geceleri vampir avlayacak birisi olmalı, çocuklarımı ise çeşitli karanlık varlıklara karşı bilgili yetiştirmeyi planlıyorum.
Sonuç olarak, ben korku türünün hastasıyım, benim hayatımın çok önemli bir parçasını korku kavramı oluşturuyor, ben de hayatımı onun çevresinde şekillendiriyorum, sağlıklı mı sağlıksız mı bunun üzerine çok düşünmedim, sevdiğim şey bu.
Outlast, benim gerçekten çok merak ettiğim bir projeydi.
Amnesia türü, kendinizi savunma şansınızın olmadığı ve her şekilde tehdit altında hissettiğiniz FPS’lere çok daha sertli bir bakış açısı sunacak oyun, duyurulduğu günden beri radarımdaydı. Benim en büyük korkum ise oyunun Amnesia’dan çok fazla şey alması ve kendi özünü bulamayacak olmasıydı, size gönül rahatlığı ile şunu söyleyebilirim ki, Outlast ile Amnesia’nın alakası yok.
Outlast’ı oynamayı düşünenler için bir uyarı yapmam gerekiyor, bir takım panik bozukluklarınız varsa, kalbinizle ilgili sorunlarınız varsa, epilepsi gibi çeşitli krizlerle ilgili geçmişiniz varsa, bu oyunu oynamayın. Outlast, en başından beri, her anında sizi sürekli olarak tehdit ve baskı altında tutacak, psikolojinizi yıpratacak ve vahşeti beyninizde simüle edecek bir yapım.
Amnesia’da bulunan gizem, uzaktan yaklaşan dehşet ve elde ettiğiniz yalnız anlarınız Outlast’ta yok. Outlast sürekli olarak vahşetin peşinizden geldiği, nefes almak için bir dakikanızın bile olmadığı ve her adımda sizi öldürmeye çalışan varlıkların bulunduğu bir oyun.
Korku yapımları, oyun olsun, film olsun, özellikle son 5 yıldır, gösterilmemesi gerekeni size göstermeyerek işin vahşet kısmından kopup korku kısmına odaklanırken, Red Barrels, bu trende meydan okur bir şekilde Outlast’te vahşete bütün çıplaklığı ile oyuncunun tanık olmasına izin veriyor.
Grafiksel anlamda gerçekten rahatsız edici şeyler göreceksiniz (tuvaletlerin içerisinde bulunan kesik kafalar ve daha burada yazmayı tercih etmediğim onlarca rahatsız edici imaj) bu sebeple yukarıda yazdığım uyarıyı dikkate almanız gerçekten psikolojik sağlığınız için önemli.
Outlast oyuncuya rahat vermiyor, FPS kamerasının psikolojik ağırlığını ise her adımda hissediyorsunuz, bakmak zorundasınız, etrafınızda olan biten her şeye bakmalısınız, bakmazsanız atacağınız diğer adım ölümden çok daha kötü şeylere sebebiyet verebilir. Üstelik bir gazeteci olarak, görebildiğiniz her şeyi görmeli, tecrübe etmelisiniz.