Bir önceki jenerasyonda Fallout serisinin en büyük rakiplerinden bir tanesi olarak gösterilen ancak kendisini yapı itibariyle diğer kıyamet sonrası oyunlardan ayıran Metro serisi, yeni nesilde bir kez daha oyuncuların karşısına çıktı. Dmitry Glukhovsky’nin Metro kitaplarından uyarlanan oyun serisi, bu kez daha büyük ve daha fazla oyuncuya hitap edecek şekilde piyasada yerini alacak. Geçtiğimiz E3 fuarında duyurulan Metro Exodus’la alakalı ilk göze çarpan yenilik, serinin açık dünyaya yönelmesi oldu. Gelin hep beraber, seriye ne gibi yenilikler gelmiş, açık dünyaya geçiş Metro serisine yaramış mı? Yakından bakalım.
Ana karakterimiz Artyom’un hikayesini devam ettiren Metro Exodus, hikayeyi Moskova’nın dışına taşıyor. İlk iki oyunda yaşanan nükleer savaş sonrası tüm insanlığın yok olduğunu gösteren seri, hayatta kalan son insanların Moskova metrolarına sığındığını gözler önüne sermişti. Ancak insanoğlunun farklı yerlerde yeni hayatlar kurduğuna inanan Artyom, Metro Exodus’un hikayesinde bu umudun peşinden gidiyor. İlk iki oyunda yaşanan olaylar sonrasında Artyom’un amacını anlatan oyunun girişi, tam da bu noktada başlıyor. Hikayenin devamında ise bu umudun peşine takılmış bir şekilde Artyom ve ekibiyle birlikte uzun bir yolculuğa çıkıyoruz.
Yan karakter anlamında eski oyunlardan daha güçlü bir kadroya sahip olan Metro Exodus’ta, Artyom’u pek fazla tek başına göremiyoruz ve oyunun genelinde yan karakterler maceramıza ortak oluyor. Bir önceki oyundan hatırladığımız Anna isimli karakterle yakınlık kuran Artyom, yeni oyunda evli bir birey olarak oyuncuların karşısına çıkıyor. Oyunun önemli her anında kendini gösteren Anna’nın değişimi ise seriyi yakından takip edenleri şaşırtabilir. İkinci oyunda çılgın hareketleriyle yerinde duramayan keskin nişancımız, yeni oyunda daha ağır başlı şekilde anaç tavırlar sergiliyor. Hikayede insanlığın kurtuluşu için kendini halkına adayan Artyom’un en büyük destekçisi ise yine Anna karakteri oluyor.
Fakat hikaye anlatımı konusunda pek oyuncuyu kendine bağlamayan Metro Exodus, yavaş ilerleyişiyle seriye yabancı olan oyuncuların hoşuna gitmeyebilir. Özellikle yan karakterlerin doluluğu bakımından yetersiz kalan Metro Exodus, maalesef bu yönünü kotaramamış. Hali hazırda özel yan görevlerin bulunmadığı oyunda, sadece ana hikayeye bağlı kalıyorsunuz. Bu da sizi devamlı olarak yan karakterlerle bir arada olmaya zorluyor. Çoğu zaman yan karakterlerin boş konuşmaları arasında oyunda soğuk terler döküyorsunuz. En önemli yan karakterlerden bir tanesi olan kayın babamız Miller’ın bizimle olan konuşmaları ise bana lisede sıkıntıdan boğulduğum kimya derslerini hatırlattı. “Bitse de gitsek” modunda olan bu konuşmaların detayları, ana hikaye hakkında çoğu zaman herhangi bir bilgi vermekten kaçınıyor. Hikaye anlatımı konusunda zayıf kalan yapım, yine de ana fikri sayesinde bir sonraki görevin ne olacağını merak ettiriyor. Görevler ise diğer Metro oyunlarından aşina olduğumuz yapıya sahip.
Serinin en dikkat çeken özelliği olan açık dünyaya geçecek olursak, bu konuda biraz hayal kırıklığı yaşadığımı belirtmek istiyorum. Tanıtım videolarında seriyi Fallout’tan ilham almış gibi gösteren geliştiriciler, bunun tam tersi olarak daha kapalı bir yapıyı tercih etmiş. Ana görevler dahilinde açık dünyayı gezebildiğiniz oyun, genel olarak oyuncuyu pek fazla serbest bırakmıyor. Açık dünya mekanikleri Fallout serisinde olduğu gibi kapsamlı olmasa da, çevresel etkenlerin oldukça güçlü olduğunu söylemeliyim. Bununla birlikte tek başınıza kaldığınız zaman sizi avlamak isteyen mutantlar sayesinde, ekran başında gerilmekten koltuğa gömüldüğüm anlar da oldu.
Oyunun temasını ve açık dünya öğelerini grafikleriyle güçlendiren Metro Exodus, grafiksel olarak konsolda bile muazzam gözüküyor. PlayStation 4 platformunda deneyim ettiğim oyunda herhangi bir teknik hatayla karşılaşmadım. Fakat nadir de olsa bazen kaplamalar geç yüklenebiliyor. Oyun çıkmadan önce geliştirici ekip Metro Exodus’ta yan görevlerin olmayacağını belirtmişti. Maalesef oyunda bunun da eksikliğini hissediyorsunuz. Aurora’dan (seyahat ettiğimiz tren) inip çorak topraklara adım attığınızda her yeri keşfetmek istiyorsunuz. Fakat sizi keşfetmeye itecek bir yan görev olmadığı için, sadece harita üzerinde bulunan noktalara gidip trene geri geliyorsunuz. Oyunun iklimi ve haritaları ise ana hikayeye bağlı bir şekilde değişiyor. Kış iklimiyle başladığınız maceranız, susuz topraklara kadar uzanmakta. Bu özellik sayesinde nükleer savaşın doğada nasıl bir iz bıraktığını adım adım görmek ilgi çekici olabiliyor.
Burada PC versiyonuyla da ilgili bir kaç kelime ekleyelim. Çünkü PC versiyonu için önümüzdeki günlerde farklı bir video ile karşınıza çıkacağız. Oyunun PC versiyonuna baktığımızda grafiklerin detay ve görüş alanı olarak daha fazla ön plana çıktığını görüyoruz. Özellikle atmosfer anlamında konsol sürümüne göre farkını tabi ki ortaya koymuş. Yansımalar çok daha başarılı ve tüm bu detayları bir kenara koyduğunuzda bile kaplama, ışıklandırma gibi yönleriyle PC versiyonu ön plana çıkmayı başarıyor. Tabi oyunun bu konuda biraz optimizasyon sorunları olduğunu da söylememiz lazım. GTX 1080 ve i7, i7 6700K ve 32 GB Ram gibi gibi özelliklere sahip olan bir bilgisayarda bile performans sorunlarını fazlasıyla yaşadık. Ayrıca oyunda şu aşamada çok fazla grafiksel hata (bug) bulunuyor. Muhtemelen ilk gün yaması ya da kısa sürede çıkacak yeni yamalar ile bu hatalar giderilecektir diye düşünüyoruz.