Özel İnceleme
Ekim, en sevdiğim ay. Gökyüzünü en çok bu aylarda seviyorum. Yaprakların rengini değiştirmesi, küçük alevlere dönüşmesi... Ama hava halâ çok ama çok sıcak (Küresel ısınma sağolsun) ve ben sevdiğim o kocaman montlarımı giyemiyorum, veya korku filmi izlemeye gidemiyorum...
-Maxine Caulfield
Life is Strange... Macera oyunlarına özlem duyduğumuz son yıllarda, Telltale'in başlattığı akımın peşinden giden son oyun, son sanat eseri. Yaşı macera oyunları döneminin altın çağını yaşamaya yetmiş oyuncular bilirki, oyunlar sadece görsellikten ve vahşetten ibaret değildir. Oyunların sadece zamanımızı öldürmek için çıkmadığı dönemlerde, her oyunun altında derin bir hikâye yatardı. Sanatorium, son zamanlarda Remastered hali piyasaya çıkmış Grim Fandango, Monkey Island... Hepsi bu altın çağın unutulmaz ürünleri oldu. Ama yavaş yavaş görüyoruz ki, yeni bir altın çağ başlıyor.
Life is Strange belirtmiş olduğumuz gibi Telltale'in önderlik ettiği akımın peşinden giden bir macera oyunu. Üstelik arkasında Remember Me'den tanıdığımız Dontnod gibi yenilikçi bir yapımcı var. Remember Me'nin hak ettiği başarıyı, ilgiyi görememesinden sonra Dontnod yine de çizgisini bozmamış ve karşımıza sanatsal bir yapım çıkarmış gibi gözüküyor. Kişisel olarak macera oyunlarını çok uzun yıllardır oynamamıştım, ama Life is Strange beni 2.5 saat süren kısa hikayesinde koltuğa bağlamayı başardı.
Oyuna genel hatları ile baktığımızda, karşımızda "Third Person" bakış açısı ile oynanan bir macera oyunu görüyoruz. Macera oyunlarından alışık olduğumuz izometrik veya sinematik kameranın kullanılmamış olması oyuna daha iyi adapte olmamız açısından başarılı bir seçim olmuş.
Life Is Strange ana karakteri benimsetmeyi çok iyi başarıyor.
Life is Strange'de üniversiteye yeni başlayan ve kendi halinde amatör fotoğrafçılık ile uğraşan genç bir kızı, Max'i kontrol ediyoruz. Max klasik amerikan filmlerinde gördüğümüz kızlardan biraz farklı, içine kapanık, insanlar ile ilişkilerinde sorunlar olan, asosyal biri olarak karşımıza çıkıyor. Fotoğrafçılığa olan tutkusu ile, üniversitede fotoğrafçılık bölümünü tercih eden Max'in yeteneğini üniversitedeki hocaları da fark etmiş. Ve ona her fırsatta desteklerini belirterek bu konuda kendini geliştirmesini istiyorlar. Kısacası oyunda fotoğraf tutkunu genç bir kızı yönetiyoruz. Ama sanıyorumki oyunun ilk bölümü olmasından ötürü Max hakkında bize yeteri kadar bilgi verilmiyor, ama yinede karakteri benimsetmeyi çok iyi bir şekilde başarıyor Life is Strange.
Oyunun başında kendimizi fırtınalı bir havada, üzerinde bir deniz feneri olan bir tepede buluyoruz, bu müthiş fırtınanın içerisinde ise amacımız deniz fenerine ulaşmak oluyor. Spoiler vermeden devam etmek istediğim için bu bölümün oyunun size mekaniklerini anlatan kısa bir alıştırma bölümü olduğundan fazlasını açıklamayacağım. Ama şunu belirtmeliyim ki Max'in gerçek özelliğini, farklılığını ilk olarak bu bölümde görüyoruz.
Zaman, zamana hükmetme zamanı...
1 EkimEkim, en sevdiğim ay. Gökyüzünü en çok bu aylarda seviyorum. Yaprakların rengini değiştirmesi, küçük alevlere dönüşmesi... Ama hava halâ çok ama çok sıcak (Küresel ısınma sağolsun) ve ben sevdiğim o kocaman montlarımı giyemiyorum, veya korku filmi izlemeye gidemiyorum...
-Maxine Caulfield
Life is Strange... Macera oyunlarına özlem duyduğumuz son yıllarda, Telltale'in başlattığı akımın peşinden giden son oyun, son sanat eseri. Yaşı macera oyunları döneminin altın çağını yaşamaya yetmiş oyuncular bilirki, oyunlar sadece görsellikten ve vahşetten ibaret değildir. Oyunların sadece zamanımızı öldürmek için çıkmadığı dönemlerde, her oyunun altında derin bir hikâye yatardı. Sanatorium, son zamanlarda Remastered hali piyasaya çıkmış Grim Fandango, Monkey Island... Hepsi bu altın çağın unutulmaz ürünleri oldu. Ama yavaş yavaş görüyoruz ki, yeni bir altın çağ başlıyor.
Life is Strange belirtmiş olduğumuz gibi Telltale'in önderlik ettiği akımın peşinden giden bir macera oyunu. Üstelik arkasında Remember Me'den tanıdığımız Dontnod gibi yenilikçi bir yapımcı var. Remember Me'nin hak ettiği başarıyı, ilgiyi görememesinden sonra Dontnod yine de çizgisini bozmamış ve karşımıza sanatsal bir yapım çıkarmış gibi gözüküyor. Kişisel olarak macera oyunlarını çok uzun yıllardır oynamamıştım, ama Life is Strange beni 2.5 saat süren kısa hikayesinde koltuğa bağlamayı başardı.
Geride bıraktıkların ileriye gitmeni engelleyecek. Unutma; ileri gidebilmen için arkadakileri unutman gerek. (Adam Fawer)
Life Is Strange ana karakteri benimsetmeyi çok iyi başarıyor.
Life is Strange'de üniversiteye yeni başlayan ve kendi halinde amatör fotoğrafçılık ile uğraşan genç bir kızı, Max'i kontrol ediyoruz. Max klasik amerikan filmlerinde gördüğümüz kızlardan biraz farklı, içine kapanık, insanlar ile ilişkilerinde sorunlar olan, asosyal biri olarak karşımıza çıkıyor. Fotoğrafçılığa olan tutkusu ile, üniversitede fotoğrafçılık bölümünü tercih eden Max'in yeteneğini üniversitedeki hocaları da fark etmiş. Ve ona her fırsatta desteklerini belirterek bu konuda kendini geliştirmesini istiyorlar. Kısacası oyunda fotoğraf tutkunu genç bir kızı yönetiyoruz. Ama sanıyorumki oyunun ilk bölümü olmasından ötürü Max hakkında bize yeteri kadar bilgi verilmiyor, ama yinede karakteri benimsetmeyi çok iyi bir şekilde başarıyor Life is Strange.
Oyunun başında kendimizi fırtınalı bir havada, üzerinde bir deniz feneri olan bir tepede buluyoruz, bu müthiş fırtınanın içerisinde ise amacımız deniz fenerine ulaşmak oluyor. Spoiler vermeden devam etmek istediğim için bu bölümün oyunun size mekaniklerini anlatan kısa bir alıştırma bölümü olduğundan fazlasını açıklamayacağım. Ama şunu belirtmeliyim ki Max'in gerçek özelliğini, farklılığını ilk olarak bu bölümde görüyoruz.