ArtılarFarklı Upgrade imkanı var ve böylece herkeste aynı eşya olmuyor, denenmiş bazı yenilikler var, Londra'nın yıkılmış apocalyptic hali ilgi çekici
EksilerGrafikler daha iyi olabilirmiş, sesler, ciddi program hataları ve kötü optimizasyon
Bill Roper ismini oyun dünyası iyi bilir. Kendisi Diablo efsanesinin
arkasındaki adamlardan biridir. Diablo’nun nasıl olduğunu anlatmama gerek yok.
Gelmiş geçmiş efsane serilerin başında. Bill Roper böyle bir seriyi bizlere
kazandırdı. Ancak Blizzard’ta işler bir süre sonra iyi gitmedi ve Bill Roper’la
beraber takımdan birkaç kişi Blizzard’tan ayrılıp, Flagship Studios’u kurdu.
Bill Roper’dan başka Diablo’nun beyin takımından başka biri ise oyun işlerini
tamamen bırakıp, farklı bir sektöre kaydı. Aradan geçen zaman içinde Flagship’in
bir proje üstünde çalıştığı söyleniyordu. Yapılan röportajlarda Bill Roper
konuyla ilgili fazla açıklama yapmıyordu. Sadece geliştirdiklerini belirtiyordu.
Sonunda Hellgate: London’ı duyurdular. Gösterilen gaz verici sinematiği, ekran
görüntüleri, özellikleri, videoları ve asıl önemlisi Diablo’yu yapan ekibin
elinden çıkması oyunun üstündeki ilgiyi arttırdı. Beklenen yapımlar arasındaki
yeri aldı. Sonunda Hellgate: London çıktı. Kimine göre büyük bir hayal
kırıklığı, bazılarına göre ise iyi bir oyun olarak değerlendirildi. Bakalım
cehennem kapısı açık kalınca fazla mı rüzgâr yaptı, yoksa PC’leri biraz
havalandırdı mı?
Açıl susam açıl
Yıl 2038, şeytanlar dünyaya yayılmış ve Londra’da bundan nasibini almıştır. Tam
anlamıyla büyük bir kaosun hakim olduğu Londra’da insanlar Templar’ı kurmuş ve
şeytanlara karşı büyük bir savaş vermektedir. Bu gerçek anlamda bir milenyum
savaşıdır. Sinematikte izlediyseniz. Jessica(Sarışın ufak kız) bulunduğu zırhlı
araç saldırıya uğruyordu. Jessica yanındaki Lyra kiliseye gidip güvenli yere
geçmek isterlerken, bir şeytanın saldırısına uğruyorlardı ve sadece Jessica
kurtuluyordu. Zaten sinematiğin devamında Jessica’nın büyümüş halini görüp,
olayları ve büyükbabasını anlatmasını izliyorduk. İşte tam bu sırada asıl bizim
hikayemiz devreye giriyor. Intro’da Jessica’nın başından geçen olaylar ve
savaştan sonra nerden geldiği belli olmayan bir kahramanın ortaya çıktığını
belirtiyor. İşte bu anlatım yapılırken, bizde başımızdan geçen macerayı
oynuyoruz. Zaten bölümleri geçtikçe Intro’da gördüğümüz kitabın anlatımı ekrana
geliyor. Toplamda üç tane farklı Faction var, bunlarda kendi içinde iki ayrı
sınıfa ayrılıyor. Templar; Guardian ve Blademaster sınıfı, Cabalist; Evoker ve
Summoner ve son olarak Hunter; Marksman ve Engineer olarak belirlenmiş. Templar
aslında Paladin veya şövalye sayılabilir. Yakın dövüşteler ve kılıçla kalkan
kullanıyorlar. Auro’ralara sahipler. Cabalist bildiğimiz büyücü. Evoker daha
ofansif büyülere sahip, Summoner adından belli olduğu gibi yaratık
çağırabiliyor. Ancak büyüleri Evoker kadar etkili değil. Hunter’lar direk olarak
mekanik ve ateşli silahlar üstüne kurulular. Engineer mayın yapmak, robot yapıp
saldırmak gibi özelliklere sahip. Marksman direk olarak ateşli silahlar
konusunda uzman. Artık hangi sınıfı isterseniz, hangisi uygunsa onu
seçebilirsiniz. Ben Blademaster aldım. Karakterimizin; rengi, saçı, yüzü, boyunu,
cinsiyetini
ayarladığımız seçenekler var. Hepsini ayarladıktan sonra oyuna giriyoruz.
Oyun direk olarak Hack’n Slash tarzı. Bize görev veriliyor. Önümüze çıkanı kesip
biçtikten sonra görevi yapıp, ana merkeze geri dönüyoruz. Diablo serisini
oynamış olan her insan evladı, Hellgate’in oynanışını temelde yalayıp
yutacaktır. Ancak farklı bir proje olduğundan sonuçta farklı ve yeni şeyler var.
Bunlardan ilki eşyaların geliştirilmesi. Eşyalar üç farklı şekilde gelişiyor.
Nano Force, çeşitli modlarla veya belli bir ücret karşılığında Common, Rare veya
Legendary özelliklerini ekleyebiliyoruz. Nano Force’u kullanmak için belli başlı
parçalar gerekiyor. Bunlara “Spare” parçaları deniliyor.