Hiç kimse İkinci Dünya Savaşı’nın kolay kazanıldığını söyleyemez. Adı
üstünde; savaş bu. Dünya Savaşı üstelik. Her ne kadar Almanların kendilerince
daha bağımsız olmak ve tarihte kendilerine yapılan haksızlıkların hesabını
sormak istemeleri için bu savaşı başlattıkları düşünülse de, milletlerin
birbirleri arasındaki ilişkilerinin düzeyi ve zamanla geliştirdikleri
teknolojileri ile kısa süre içerisinde dünya geneline yayıldı, ülkelerin kendi
güçlerini diğer ülkelere göstermeleri mücadelesine dönüştü ve en ücra köşelere
kadar bir şekilde yayıldı. Gerçi her şey Hitler’in Alman yönetiminin başına
geçmesiyle başladı. Son derece milliyetçi olan Hitler’in yönetime geçtiği
Almanya, zaten Birinci Dünya Savaşı’nda hem psikolojik yönden, hem de maddi
açıdan epey güç kaybına uğramışlardı; bir ikincisi sonlarını getirebilirdi.
Hitler’in tutumu savaşı başlatan asıl nedendi ve Almanya’nın uzun süre
savaşamayacağı gerçeği savaşın sonlarına doğru ancak ortaya çıkacaktı. Buna
rağmen iyi mücadele eden Alman orduları sınırlarını o tarihe kadar iyice
genişlettiler. Çekoslovakya, Avusturya daha savaş resmen başlamadan ele
geçirilmişti ve bu ülkenin sınırlarındaki ülkeler ile savaşmamış olmaları, onlar
açısından bir hayli iyi oldu. Yalnız Almanya’nın coğrafik konumu bir
taraflarında Sovyetler Birliği’nin, diğer yanlarında da Fransa ve İngiltere’nin
bulunması bakımından çok tersti. Savaşı başlatan asıl neden, Almanya’nın
Polonya’ya saldırması oldu ve ardından da diğer büyük devletler kendi
fikirlerine göre pek çok ülkeyi bu savaşa çekti.
Savaşta aslında büyük devletler kendileri gibi düşünceler güden diğer güçlü
milletlerle aynı safta yer aldı. Örneğin o sıralarda Japonya ve İtalya’da faşist
yönetim anlayışıyla devletin başında olan yöneticilerle Hitler’in Almanya’sı
birlik oldu, ve dolayısıyla bu ülkelere karşı savaşacak ülkelere sırt çevirmiş
oldu. Bunlar İngiltere, Fransa ve daha sonraları da Japonya’nın Pearl Harbor’a
yaptığı saldırı yüzünden savaşa katılan Amerika oldu. Almanya’nın İkinci Dünya
Savaşı’nda çok iyi bir taktik izlediği söylenebilir. Polonya’nın Fransa ve
İngiltere tarafından tanınan varlığı ve sınırlarının işgali üzerine kendilerine
yardımcı olacaklarını belirten anlaşmalarının tutarlılığı Hitler’in bu ülkeyi
işgal etmesi üzerine doğrulandı. Aynı zamanda bu saldırı savaşın başlaması
anlamına geliyordu. Gelecekte neler olacağını az çok kestiren Hitler
yönetimindeki Almanya doğuda gelişebilecek bir Sovyetler Birliği tehdidini en
aza indirmek için bu ülke ile saldırmazlık anlaşması yaptı ve en azından
batıdaki Fransa ve İngiltere ile bu sayede daha rahat mücadele edebildi. Bunun
onlara sağladığı güven çok büyük oldu ve savaşın ikinci senesi dolmadan
İskandinav ülkelerinden Türkiye sınırlarına kadar neredeyse bütün Orta Avrupa’ya
seferlerde bulundu. Topraklarından Fransız ve İngiliz güçlerini uzaklaştırdıktan
sonra Almanya’nın gözü iyice döndü ve bu kez de doğuya, Sovyet topraklarına
kaydı. Buranın hedeflenmesinin asıl nedeni ortadoğuya inmekti. Oradan da büyük
ihtimalle İngiliz sömürgelerini ele geçirmeyi planlayacaktı. Yalnız savaş
boyunca belki de Hitler’in yaptığı tek ve en büyük hata işte bu aşamada ortaya
çıktı. Doğudaki gelişmiş Sovyet ordularıyla mücadele etmek için buraya
yoğunlaşan Hitler, arkasında çok ama çok güçlü bir İngiltere bıraktı. Ki
İngiltere’nin yanında Almanya’nın Sovyetler Birliği’ne savaş açtığı sıralarda
Amerika da olacaktı. Amerika her ne kadar savaşta Japonya ile mücadele etmiş
olsa da Almanların bir müttefikini kaybetmesi onlar açısından hiç de iyi
olamazdı. Nitekim savaş ondan sonra Alman birlikleri için hiç de iyi
gelişmedi...
Tarih dersi bitti...
Hearts of Iron, yanılmıyorsam iki sene önce piyasaya çıktığından bu yana İkinci
Dünya Savaşı’nı taktik açıdan işleyen en iyi oyunlardan birisi, belki de ilki
olarak dikkatlerden kaçmıyor. Bütün dünya haritasını ekranınızda
görebiliyorsunuz ve savaşı buradan çok rahat izleyebiliyorsunuz. Tarzı ve
görünüşü itibarıyla Hearts of Iron’u bir masaüstü oyunu olan Risk’e benzetmek
yanlış olmayacaktır. Fakat ondan daha kapsamlı, daha derin ve daha önemli bir
oyun olduğunu belirtmek lazım Hearts of Iron’un. Serinin ikincisi de piyasaya
çıktı ve oyunun hayranları aynı savaşı kimbilir kaçıncı defa tekrardan
oynadılar. İkincisi de ilkinden çok farklı havalar taşımıyor. Yalnız bu kez daha
çok zorlanıyorsunuz ve savaş hissini çok daha derinden hissediyorsunuz. Oyunun
amacı 1947 yılının sonuna kadar dünya üzerindeki en fazla toprağa sahip olmuş
tarafta yer alabilmek. Oyunda bazı genellemeler ve savaş sırasında mücadele
etmiş üç farklı taraf bulunuyor. Bunlar müttefikler, mihver devletleri ve Sovyet
tarafı. Siz ise birçok devletten, hatta savaşta aktif olarak yer almamış ülkeler
ve Türkiye de dahil olmak üzere istediğiniz birini seçip savaşa
başlayabiliyorsunuz. İstediğiniz stratejiyi uygulamakta özgürsünüz. İsterseniz
kafanıza göre çevredeki devletleri ele geçirip sınırlarınızı genişletebiliyor,
onları sömürgeleştirebiliyorsunuz; isterseniz de oyun süresince ekranlarınıza
gelecek olan mesajlar aracılığı ile buradaki seçenekleri uygulayarak savaşın
asıl senaryosuna bağlı kalabiliyorsunuz. Oyun genel olarak savaş nasıl meydana
gelmişse öyle vuku buluyor ve tarihi olayların gelişimine direkt olarak
müdahalede bulunmanız mümkün. En çok hoşuma giden noktalardan birisi de bu oldu.
Siz oyunu oynarken ekranda tarihsel açıdan önemli bir zamanda pencere açılıyor
ve tarihte yer alan bir anlaşma yada karar sizin inisiyatifinize bırakılıyor. O
tarihte gelişen olaylar size kısaca anlatılıyor ve seçebileceğiniz seçeneklerin
üzerine geldiğinizde bunun nelere mal olabileceğini görüyorsunuz. Örneğin 1938
ortalarında önce Avusturya sizin boyunduruğunuz altına giriyor, ardından da
Çekoslovakya’yı Macaristan ile paylaşıyorsunuz. Bunların gerçekleşmemesini
sağlamamak da sizin elinizde. Ama emin olun oyunu savaşın gerçekte cereyan
ettiği şekliyle oynamak çok daha eğlenceli. Sovyetler ile anlaşma imzaladıktan
sonra Litvanya’dan da toprak kazandıktan sonra büyük savaşı başlatan saldırıyı
Polonya’ya yapmak isteyip istemediğimizin sorusu 1939 Eylülünün başında geliyor.
Ardından da büyük cenk start alıyor.