Son yıllarda milyar dolarlara ulaşan gelirleriyle yapımcıların ağzını sulandıran süper kahraman filmleri, iyi bir şekilde sunulduğunda inanılmaz başarılar elde edebiliyor. Bu kez her sene en az 4 - 5 tane olmak üzere beyaz perdeye aktarılan süper kahraman hikayelerinin bir başkasıyla karşı karşıyayız. İlk olarak 2000 yılında gösterime giren Unbreakable filmi, çoğunlukla X-Men hikayelerine benzerliğiyle dikkatleri üzerine toplamıştı. Ancak sonrasında film vizyona girince, gösterilen hikayenin çizgi roman hikayelerine pek de benzemediği gün yüzüne çıkmıştı.
Sonrasında 16 senenin ardından Unbreakable’ın devam filmini (Split) çekme kararı alan M. Night Shyamalan, izleyicilere sürpriz yaşattı. Split’in ardından bu serinin üçleme olacağını duyuran M. Night Shyamalan, üçüncü filmin Mr. Glass hakkında olacağını belirtmişti. İlk filmde bir suç dehası olarak tanıtılan karakterimiz, izleyicilerin oldukça hoşuna gitmişti. Glass filminin reklam çalışmalarında, filmin bir süper kahraman hikayesi olarak tanıtan yapımcıların az da olsa Marvel kitlesinden yararlanmaya çalışması, filmin nasıl bir kalitede olacağını az çok belli ediyordu.
Filmin hikayesine Dr. Ellie Staple rolünde gördüğümüz Sarah Paulson’ın, insanlara süper kahramanların gerçek olduğunu kanıtlamaya çalışmasıyla başlıyoruz. Üç ana karakteri de bir araya getiren Glass filminin ilk eksi tarafı da tam burada karşımıza çıkıyor. Hali hazırda üç karakteri de detaylıca tanıdığımız iki filmi zaten daha öncesinde izlemiştik. Her bir karakterin özelliğini tekrar anlatan iki filmin ardından, Glass filminde karakterlerin özelliklerinin yeniden uzun uzun tanıtılması, izleyici boğabiliyor.
Örnek vermek gerekirse, Man of Steel filmine bir devam filmi çekeceğinizi düşünün. Filmde Superman’in uçmayı yeniden öğrenmesini filmde göstermezsiniz değil mi? İşte Glass’ın da en büyük problemi bu oluyor. Hali hazırda The Beast’in düz duvarlara çıplak el ile tırmandığını ve David Dunn’ın yara almayan bir yapıda olduğunu görmüştük. Senaristlerin bu gibi detaylar üzerinde neden tekrar durduğuna herhangi bir anlam getiremiyorum. Eğer ilk iki film var olmasaydı, bu gibi detayları ilk defa görmek eğlenceli olabilirdi. Ancak Glass filminde, senaristlerin tekrar bunların üzerine düşmesi, ana hikayeyi daha kopuk bir hale getiriyor.
Diğer bir yandan filmde bir nevi David Dunn’ın, The Beast’i avlamasını da izliyoruz. Ancak bu olayın da filmde alelade geçiştirilmesi pek hoş olmamış. Diğer bir yandan Mr. Glass karakterine özel yazılan birebir konuşmaların da çoğunlukla senaryo anlamında gereksiz oluşu, hikayeyi kopuk bir hale getiriyor. Filmin çekimleri ise gerçekçilik ile fantastik temanın arasında kalmış. M. Night Shyamalan, süper kahramanları fantastik bir temanın dışına taşıyarak beyaz perdeye uyarlamak istemiş. Fakat insan doğasına aykırı güçte olan bir karakteri sahnelerken, kamera açılarının ve karakter kareografilerinin bu temaya uygun olması gerekiyor.