Ghost Recon Breakpoint incelemesi! Soğuk savaş ve sonrasında yazdığı kurgu öyküler ile edebiyat dünyasında önemli bir yer edinen Tom Clancy’i mutlaka bir yerlerden duymuşsunuzdur. Polisiye ve siyasi kurguları iyi bir şekilde işleyen usta yazar, yıllar içerisinde video oyunlara tutkun kimselerin de saygı duyduğu isimler arasına girmeyi başarmıştı. Geride bıraktığımız 2013 senesinde hayatını kaybeden Tom Clancy’nin arkasında ise büyük bir miras olarak bize anlattığı hikayeler kaldı. Hakkında filmler ve diziler yapılan bu hikayeler zaman zaman bizi ekran başına kitlese de, oyun tarafında son yıllarda maalesef çok üst düzey yapımlarla karşılaşmadık. Splinter Cell serisi ile oyuncular arasında bilinirliği yükselen Tom Clancy hikayeleri eski nesillerde başarılı örnekler verebiliyordu. Özellikle Splinter Cell tarafında Chaos Theory’i kim unutabilir ki? İşin Ghost Recon tarafında ise eski nesillerde güzel örneklerle karşılaşmıştık. Ubisoft’un elinde strateji ve rol yapma (Ghost Recon: Shadow Wars) temasına bile evrilen bu seri, bakalım son oyunuyla nasıl bir yapıda karşımıza çıkmış? Gelin hep birlikte irdeleyelim.
Ghost Recon Breakpoint İnceleme
Taktiksel aksiyona dayalı bir seri olarak eski nesilde karşımıza çıkan Ghost Recon, yeni nesilde Wildlands adıyla teknolojik temalı yapısını daha az ön plana çıkartarak co op merkezli bir taktiksel oynanış sunuyordu. Genel olarak birbirini tekrar eden görev yapısı ve düzgün olmayan hikaye anlatımı sebebiyle eleştirilen Wildlands’in ardından duyurulan Breakpoint’in ise kronik hatalardan kurtarılmış olacağı tahmin ediliyordu. Ancak oyuncuların geri dönüşlerine kulaklarını tıkayan Ubisoft, maalesef yine kendi bildiğini okudu ve temcit pilavı misali DLC potansiyeli taşıyan bir içeriğe Ghost Recon takısını ekleyerek oyunu piyasaya sürdü. Oyun çıkmadan önce yayınlanan videolarla birlikte Breakpoint, heyecanımı pek fazla yükseltmediğinden sıfır beklenti ile oyuna başladım. Açıkçası iyi ki oyuna heyecanlanmamışım diyorum. Çünkü büyük bir beklenti içerisinde olsaydım muhtemelen yaşayacağım hayal kırıklığı, oyuna karşı daha öfkeli olmamı sağlayacaktı.
Ghost Recon: Breakpoint’e, Wildlands’te yaşananlarda 25 yıl sonra “Ghost” birliğinin bir üyesi olarak başlıyoruz. Doğal güzelliklerle dolu bir adaya (Aurora) çıkartma yaparken uğradığımız saldırı sonucunda kendimizi intikam hikayesi içerisinde buluyoruz. Açılış sahnelerinde başarılı bir hikaye sunumu sergileyen geliştiriciler, maalesef oyunun ilerleyen dakikalarında (bakın saatlerinde bile diyemiyorum) heyecanımı fazlasıyla öldürmeyi başardı. Çoğu Ubisoft oyununda olduğu gibi görkemli bir açılışın ardından Ghost Recon: Breakpoint’in hikaye anlatımı düz bir çizgi üzerinde ilerliyor. Kendi karakterimizi oluşturabildiğimiz yapımın karakter oluşturma ekranı, yeterli seviyede detaylı olmuş. Ana kötü olarak Punisher rolü ile akıllara kazınan Jon Bernthal’ı karşımıza koyan geliştiriciler, maalesef karakteri ve amacını iyi işleyememiş.
Oynanış anlamında detay seviyede yenilik sunan Breakpoint, sınıf çeşitliliğini güzel biçimde sunmuş. Assault, Sharpshooter, Panther ve Field Medic olarak ayrılan sınıflarda, benimsediğiniz bir sınıfta savaş alanında gerçekten farkınızı ortaya koyabiliyorsunuz. Drone ile keşfe çıkmak, savaş alanında ani sıhhi müdahalelerde bulunmak, ağır ateş altında takımınızı savunmak ve sessiz bir biçimde hedefe odaklanmak gibi özellikler sınıflar arasında dağıtılmış. Oyunun dikkat çekici bir başka özelliği ise Bivouac adı verilen kamplarda ortaya çıkıyor. Ekipman değişimi, ikmal yapmak, karakterinizi besleyerek zinde tutmak ve yeteneklerini geliştirmek isterseniz, bu kamplara sık sık uğramanız gerekli.