"Kaç gündür bu karanlık diyardayım hatırlamıyorum. Lordran’a dev bir karganın ayakları altında bırakıldığımdan beri, Undead Burg denilen bu cehennemden çıkmaya çalışıyorum. Her seferinde yeniliyorum, her seferinde yok ediliyorum. Kimi zaman midemin içerisinden geçen bir kılıç, kimi zaman ise köprünün üzerinde bulunan devasa ejderin alevleri oluyor sonum. Her seferinde ise son dinlendiğim ateşin yanında tekrar beliriyorum. Nasıl bir laneti yaşıyorum, nasıl bir dünyada yaşıyorum, artık bunları sorgulamayı bıraktım.
Geçen gün Solaire diye bir savaşçı ile tanıştım. Kendi güneşini bulmaya çalıştığını söyledi. Bir yandan karganın beni bıraktığı yerde zırhlı bir savaşçı, kilisenin üzerinde ve Blighttown’da bulunan çanları çalmam gerektiğini söylüyor. Çanlardan birini bugün çaldım, ikincisi için ise biraz daha uğraşmam gerekiyor.
Her geçen gün daha çok deliriyorum. Bu diyarda ölümden başka bir şey yok, sürekli olarak ölüp yeniden diriliyorum, her dirilişimde ise bir önceki ölümümde öğrendiğim şeyleri hatırlıyorum, bu bilgiler biraz daha ileri gitmemi sağlıyor ama bir yere kadar, asla yeterince güçlü olamıyorum. Sanrılar görüyorum bazen, başka insanların ruhları içimden geçiyor. Onların ölümleri, yaşamları, silahları ve hislerini özümsedim artık.
Güneş artık ısıtmıyor. Her geçen gün gökyüzü daha fazla grileşiyor. Kimilerine göre ateş devri bitmek üzere, kimileri ise karanlığın yaklaştığını söylüyor.
Undead Burg’un altında çok büyük bir iblis var, onu nasıl yenmem gerektiğini bilmiyorum, ateşin bile aydınlatamadığı karanlıklar var, gitmeye korkuyorum.
Ne yapacağımı bilmiyorum, lanet olası ikinci çanı çalabilirsem, bir şeylerin değişeceğini hissediyorum fakat bunu yapabilecek güç bende var mı yok mu bunu bilmiyorum. Benim bir adım yok, benim bir geleceğim yok, sadece bir sonraki gün var."
Evet, Dark Souls. Oynadınız mı bilmiyorum fakat ben uzun zamandan sonra yeniden oynuyorum ve şunu söyleyebilirim ki, atmosferik olarak beni bu kadar etkileyen bir başka oyun daha oynamadım hayatımda. From Software, gerçekten işini biliyor. Sürekli olarak emin olamamak, hep paranoya yapmak, şüphe, karanlık, ölüm ve niceleri, bu çılgın Japon insanlarının yarattığı yapımı Silent Hill’den bile daha korkunç bir hale sokuyor.
Peki ama bunları şimdi niye yazıyorum? Çünkü dönüp dolaşıp Dark Souls’un verdiği atmosferik tatmini, başka bir oyundan alamadığımı farkettim. Belki Morrowind, belki Skyrim fakat hiçbiri Capra Demon’ın bana doğru koşarken yaşadığım terör hissini yaşatamadı şu güne kadar.