Korku filmleri her daim ilgimi çekmiştir. Zira “korku” öğesi, kişiyi kolay bir şekilde sarıp sarmalar. Hal böyle olunca filmin atmosferine girmek te kolaylaşır. Böylelikle filmden seyirciye kalan farklı bir tat farklı bir keyif olur...

Amerikan yapımı korku filmleriyle büyümüş genç kuşağın, son yıllarda nasıl da 
uzak doğu kökenli korku filmlerine rağbet gösterdiği su götürmez bir gerçek. Bu 
durumun nedenlerinin başında, Amerikan yapımlarında izlenile izlenile 
ezberlenmiş korku öğeleri, sıklıkla kendini tekrar ediyordu. Bu yüzdendir ki 
seyirci izlediği sahnenin bir sonrasında neler olacağını az çok 
kestirebiliyordu. Tabi böylelikle filmin atmosferinden de bir kopukluk 
yaşanıyordu. Bir düşündüğümüzde Halloween ve 13th. Friday gibi zamanının 
klasikleşen korku filmleri, seneler boyu Amerikan sineması tarafından taklit 
edildi. Bir grup gencin sırayla ölmesini konu alan yapımları ne çok izlemişizdir 
ya da şeytani bir varlığın evdeki herkesi öldürmesini...
Uzak doğu kökenli korku filmleri henüz alışık olmadığımız bir tarz. Bu yüzdendir 
ki onların sıklıkla kullandığı korku öğeleri bize çok yabancı. Hal böyle olunca 
da herşey gayet ilgi çekici oluyor. Özellikle kullanılan ufak kız 
çocukları(bknz... The Ring 1-2), beklenilmeyen bir korku öğesi olarak, hayranlık 
uyandırıcı...
Korku’nun insanları en kolay etkisi altına alan duygu olduğu bir gerçek. Böyle 
bir öğeyi bilgisayar oyunlarında kullanmak ta son derece akıllıca bir fikir. 
Hele de bir FPS’de! Yakın zamanda Doom 3, bu şekilde sabit disklerimize konuk 
olmuştu! Ancak Id Software, yapımı öylesine tek düze hazırlamıştı ki, oyunu 
bitirmek ayrı sabır, ek paketi bitirmek ayrı sabır gerektiriyordu. Çünkü korku 
uyarıları hep aynı şekilde karşımıza çıkıyordu. Durup dururken ortamda tuhaf 
şekiller oluşması ve bu şekillerden hemen sonra yoktan varolan yaratıklar, 
fısıltı şeklinde duyulan ve ne söylendiği asla anlaşılmayan konuşmalar, tabi 
birde karşımıza anlık çıkan cesetler... Bunlar tüm bir Doom 3 ve Doom 3: RoE 
boyunca karşılaştığımız sahnelerdi. Tabi hal böyle olunca oyun git gide bilindik 
olmaya başlıyordu. Bilindik olması beraberinde atmosferden kopmayı, bunun 
neticesinde ise Doom 3 gittikçe sıkıcı bir oyun haline geliyordu. En nihayetinde 
ise son derece teknolojik bir hayal kırıklığı...
Geçen yılın tartışmasız en başarılı yapımı olan Half-Life 2, Doom 3 gibi 
atmosfer üzerine değil, daha çok fizik motoru üzerine bir oyundu. Ancak zaman 
zaman atmosferi oldukça ilgi çekici seviyelere geliyordu. Örneğin ıssız bir 
kasabada bulunduğumuz bölüm, kullanıcılara gerilimi, aksiyonu ve bunların 
neticesinde heyecanı beraberinde getirmişti. Bende en çok o bölümü beğenmiştim. 
Öyle ki HL-2, adına yakışır niteliklerle FPS dünyasında adeta çığır açtı. 
Muhteşem fizik motoru, Doom 3: RoE için bile başlangıç noktası oldu. Ancak Doom 
3’teki motor son derece kısıtlı imkanlar sunduğu için beklenilen ilgiyi 
göremedi...
Doom, Half-Life, Farcry gibi döneminin önde gelen FPS oyunlarının arasına şu 
sıralarda yenisi katıldı! Yeni oyunun ismi F.E.A.R.! Hem Doom 3’ün vaad ettiği 
korku öğelerini içeriyor hemde Half-Life 2’nin adını altın harflerle kazıtan 
fizik motoruna sahip! Peki ama nereye kadar sahip? Yazının geri kalanında hep 
beraber bunun cevabını öğreneceğiz...