1/2

Dört Yolcu: Kuzeyden Gelen - Bölüm 2: Tanışma

Murat Oktay 15.05.2018 - 09:23
Hikayemiz kaldığı yerden devam ediyor. Bakalım kahramanlarımızı neler bekliyormuş?

Yerde yatan genç kadın gözlerini yavaş yavaş açtı. Etraf oldukça karanlık olduğu için görmekte zorlanıyordu. Biraz zorladığında demir parmaklıkları gördü. Hapishanedeydi. Yerde, soğuk taş üzerinde yattığı için üşümüş olduğunu fark edip kollarını kavuşturdu. Hemen kendini kontrol etme ihtiyacı duydu. Kılıcını ve üzerinde saklı olan bıçakları almışlardı. Peki ya boynundaki tılsımı? Hiçbir işe yaramasa da onun için değeri büyüktü. Elini boynuna götürdü. Yerinde yoktu. Bir anda gözleri yaş doldu. Hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Arkasından yaklaşan bir el omzuna dokundu. Kim olduğunu tahmin etmek çok zor değildi. Yaşlı büyücünün parmakları olabilecek kadar kırışıktı. Kendini tutamıyor, sinirden titriyordu. Büyücü şefkatle yüzündeki yaşları sildi. 'Bizi buradan çıkartacak bir yöntem bulmalısın' dedi büyücüye.

-       Ne yazık ki bu pek mümkün değil. Duvarlardaki işaretleri görüyor musun? İşte onlar tüm gücümü emiyor. Burada büyü yapmam mümkün değil küçüğüm.

-       Nasıl çıkacağız peki buradan? Hem tılsımımı almak zorundayım. Kardeşimden kalan tek hatıra o.

-       İçinde bulunduğumuz koşulları değerlendirirsek, kaçabilmemizin şu aşamada pek mümkün olacağını düşünmüyorum. Muhtemelen onun için de önlem alacaklardır, ancak yargılanmak için buradan çıkartıldığımızda bir çözüm bulabiliriz.

O vakte kadar hiç fark etmediği bir çıtırtı duydu Giselle. Hücrenin karanlık olan kısmında biri daha vardı. Kadın, büyücü ile konuşmaya devam edip, yavaş yavaş oraya doğru yaklaşıyordu. Sonra bir anda gölgeye doğru atılıp, sesin kaynağını dışarı çekip, taş zemine doğru fırlattı. Bu bir cüce idi. Üstü başı yırtık içindeydi ve leş gibi de kokuyordu. Giselle, daha önce bu kokunun, hücrenin kendi kokusu olduğunu düşünmüştü. Böyle bir hatayı nasıl yaptığından emin değildi. Cüce yerde 'Lütfen, yüce efendi. Bana zarar vermeyin. Ben size zarar vermedim.' diye yalvarıyordu. Üzerinden şaşkınlığını atan büyücü sordu: 'Nasıl oldu da seni hiç fark edemedim? Neden orada gizleniyordun?' dedi. Aslında cevap, sorunun içinde gizli idi. Cüce cevap vermek için ağzını açtığında, eli ile susturdu onu ve konuşmaya başladı.

-       Tabi ya, sen bir hırsızsın. Ancak onlar bu kadar rahat saklanabilir. Elbette bir ucube olman da bunun için mükemmel bir şans.

-       Evet yüce efendi. Benim adım Zenti. Aslında ben birşey çalmamıştım. Sadece sarayın bahçesine düşen altın musluğumu alıyordum.

Giselle 'Her şey belli oldu.' derken, sesindeki alaycılığı saklamaya çalışmıyordu. O sırada parmaklıkların arkasında zırhlı bir şövalye belirdi. Kısa Kuyruk'tu bu. 'Demek sevimli hırsızımız ile tanıştınız. Beni aşağılamış olabilirsiniz, ancak bunun sizin için son gün olduğunun garantisini verebilirim' derken, gözlerindeki gurur belli oluyordu. Giselle, alaycı bir ifade ile 'Beni nasıl öldüreceksiniz? Hiçbir kılıç ile bana zarar veremezsiniz' dedi. 'Hiç merak etme. Seni yakacağız. Taş bedenleri nasıl yok edeceğimi biliyorum' dedi şövalye.

Bir anda şok olan Giselle düşüncelere dalmıştı. Gerçek olabilir miydi bu? Çeliğin kesemediği vücudu, ateşle yok olabilir miydi? Hemen gözleri büyücüye döndü. O da gözlerini aşağı doğru düşürmüş 'Şimdi öğrendin işte' demişti zorla. 

Onlar bu düşünceler içinde iken dış kapı büyük bir gürültü ile açılmış, hücrelerin olduğu bölüme önce iki asker, ardından da kral girmişti. Ortama sessizlik hakimdi. Kral, onlara doğru keskin bir bakış attı. 'Yargılanmaya bile gerek kalmadan idam edileceğinizi biliyorsunuz, değil mi?' diye sorduğunda, sesindeki otorite, hepsinin işlerin ne kadar ciddi olduğunu anlamasını sağlamıştı. Kral, hücreye biraz daha yaklaşıp, nerede ise parmaklıkların dibine girmişti. Her birini tek tek inceledi. Sonra yine geriye doğru adım atarken sırtını onlara doğru döndü. 'Sizlere kurtulmanız ve yeniden toplumun içine dönmeniz için bir iş teklif edebilirim' derken sesindeki heyecanı gizlemeye çalışmadı. Bir anda gözler pür dikkat krala dönmüştü, aynı zamanda meraklanmışlardı. Bu umudun ışığıydı. Gelecek teklif ne olursa olsun, kabul etmelerinin şart olduğunu biliyorlardı. Kral büyücüye dönerek 'Bu günün geleceğini görmüştün, değil mi Dainter?' diye sordu. Ortamda ölüm sessizliği vardı şimdi. İlk söze giren Bartale oldu. Zorla yutkunarak 'Dainter mi?' diyebildi sadece. Kral 'Evet. Ne sanmıştın?' dedi küçümseyerek baktı Kısa Kuyruğa ve devam etti 'Buraya kadar gelebilecek cesarete sahip olabilecek başka bir büyücü biliyor musun? Yüce rahip Dainter... Kuzeyin koruyucusu, zamanın yüce efendisi Dainter. Kaderin sonunda seni karşıma çıkaracağını biliyordum. Bunu, daha ben beş yaşındayken kahinler görmüştü.' Sıra Dainter'e gelmişti: 

-       Peki sonuçlarını da söylemişler miydi?

-       Elbette. Hepsini biliyorum ve ölümle yüzleşmekten korkmuyorum. Halkımın güvenliği için ödenmesi gereken bir bedelse başka bir düşüncemin olması mümkün olamaz.

-       Asil konuşuyorsun. Ancak dilinin çatallı olduğunu görmemek mümkün değil. Aklı selim kimse senin tek düşüncenin bize vereceğin görevle kalmayacağını bilir.

-       Elbette. Görevi de biliyor olman ayrı bir keyif benim için. Dostlarına açıklamak da ister misin?