En çok satan oyunların türlerine baktığımızda FPS başta olmak üzere, aksiyon
ve RPG oyunları olduklarını görürüz. Eline silah alıp hiçbir şey düşünmeden
karşısına çıkanı vurmayı benimseyen oyuncular FPS’ye yönelirken, biraz bulmaca
çözmeyi, biraz aksiyon yaşamayı isteyen ve biraz da özgür olup ortalığı
karıştırmayı isteyenler ise aksiyon oyunlarına yönelir. RPG’severler ise genelde
gerçekçilik isterler ve oyunun kendi dünyasına kendilerini adapte etmeye
çalışırlar. Karakterleri ile bir bütün olmayı, onunla uzun soluklu bir maceraya
çıkıp, karakterinin gelişimini izlemek isterler. Peki birbirinden epey farklı
gözüken bu üç unsuru bir araya getiren bir oyunu denemek hiç aklınıza gelmiş
miydi?
Boiling Point, bahsettiğimiz üç unsuru bir araya getirmeye çalışan, son derece
kapsamlı oyun yapısı, devasa boyuttaki haritaları ve son adımı hiç bir zaman
belli olmayan görevler karmaşası ile uzun soluklu bir oyun olmaya çalışıyor.
Aksiyon filmlerinin değişmez klişeleri
Açık konuşmak gerekirse Boiling Point’in hikayesi pek iç açıcı değil.
Televizyonda izlediğimiz sıradan aksiyon filmlerini aratmayacak bir senaryo
içeriğine sahip. Ancak oyunun içinde öyle olaylara karışıyor ve öyle durumlara
şahit oluyoruz ki, ister istemez ana senaryodan uzaklaşıyor daha çekici bir oyun
ile karşılaşıyoruz.
Basit bir oyundan çok daha fazlası
“Merhaba, ben kızımı arıyorum...”
İlk olarak oyunun genel yapısını ele alırsak, FPS oyunlarına benzer bir tablo
ile karşılaşıyoruz. Daha oyuna başlar başlamaz (eski bir asker olmanın faydaları
olsa gerek) bıçak ve tabanca ile başlıyoruz. Karşımızda kendi halinde dolaşan ve
işini yapan insanlar var. Biz ise henüz nereye gitmesi ve ne yapması gerektiğini
bilmeyen basit bir turist edasıyla sokaklarda turlamaya başlıyoruz. Amacımız
elbette kızımızı kurtarmak, ama oyun bizi öyle bir noktada bırakıyor ki;
“özgürlük” kelimesininin her hecesini hissediyoruz. Sokaktan geçen ilk insan ile
konuşmaya çalıştığımızda kapsamlı bir diyalog ekranına denk geliyoruz. Elbette
sokaktan geçecek ilk kişiye; “Merhaba, ben kızımı arıyorum. Bana yardımcı olur
musunuz?” diyecek halimiz yok. Bu sebeple ilk sorduğumuz sorular basit oluyor.
“Şehri kim yönetiyor?”, “Çevrede hiç Amerikan ajanı var mı?” ve benzeri
sorularla kendi kendimizi yönlendirmeye ve bilgi toplamaya çalışıyoruz.