Bir kelle avcısının puslu macerası
Mahmut Saral
30.08.2010 - 16:49
Geçmişini hatırlamaya çalışan bir kelle avcısının puslu macerası. Bölüm 1
Zone bölgesinin radyasyon kokan topraklarından, radyoaktif sularından, puslu ve ucu nereye çıkar bilmediğim patikalarından geçiyorum. Her adımımda yeni bir kaos, yeni bir kabus ve en önemlisi yeni düşmanlar beni bekliyor. Beklesinler. Ben buradayım ve hazırlıklıyım…
Fırtınalı bir gece, eski bir kamyonun kasasında hızla karanlığı yararak ilerliyorum. Birden bir yıldırım düştü önümüze, ardından büyük bir patlama ve sonra sessizlik. Korkunç bir kabus olmasını isterdim yaşananların; ama görünen o ki kabus yeni başlıyor. Üstelik canlı olarak.
Baygın bir halde bir yer altı sığınağına getirildiğimi, beni getiren adam ile onunla konuşan adamın sözlerini anlamaya çalışıyorum; ama her şey çok bulanık. Ayrıca karşımdaki adamın büyük bir iştahla lezzetli bir tavuğu yediğini sisli gözlerimle az çok görebiliyor, burnuma gelen nefis kokusu ile ne kadar aç olduğumu bir kez daha hatırlıyordum. Uyanıp kendime geldiğimde pek bir şey hatırlamıyordum. Boşluktaydım, bir hiçtim sanki. PDA'mda bir görev ve bir isim var: STRELOK'U bul ve öldür. Peki bu görevi kimden aldım? Ben kimim?
Onu nerede bulacağım?
Küçük bir odanın içerisindeyim ve arkamda kapalı bir kapı, karşımda ise biraz önce gördüğüm adam duruyordu. Adama yöneldim. Bazı sorular sorarak cevaplar aramak istedim. Bana yardım edebileceğini; ancak bunun için de benim ona birkaç konuda yardım etmemi istiyordu ve bana: "MARKET ONE" diye hitap etti. PDA'ma tekrar bakınca bu ismi orda da görmüştüm. Demek ki adım buydu. Tanıdığı birçok kişi olduğunu, onlarla irtibata geçerek ve bazen de ben onlara yardım ederek birçok faaliyette bulunacağımı söylüyordu. Bunun karşılığında hem o hem de diğer arkadaşları tarafından, silah, yiyecek ve ekipmanlar gibi şeylere sahip olacağımı ve Strelok'u bulmam için yardım edeceğini söyledi tekrar.
Peki neydi bu görevler diye sordum. Aldığım cevap aslında hem çok acımasız hem de yaşamak için önemli bir konuydu. Yaşanan büyük nükleer felaketten sonra şuan bulunduğumuz onlarca kilometrelik alan yaşama veda etmişti. İnsanlar, ağaçlar, hayvanlar hatta su bile neredeyse yok olmuşlardı. Radyoaktif bulut tüm bölgeyi çerçevelediği gibi kendinden başka birinin de burada yaşamasına izin vermiyordu. Yaşayan az bir kesim vardı tabi; ama oldukça büyük zorluklarla. Diğer bir yaşamaya çalışan grup ise felakete yenik düşmüş ve mutasyona uğramış insanlar ve hayvanlar olarak hayatta kalmaya çalışıyorlardı.
Tabi buna yaşamak denirse. Öğrendiklerim gerçekten inanılmaz derecede korkunç şeylerdi. Bunları zaten biliyordum; ama hafızamdaki silinmiş bazı sayfalar beni zor durumda bırakıyordu. Amacımız da az çok ortaya çıkıyordu. Bu felaketten sonra arda kalan değerli eşya, malzeme, silah ve para gibi unsurlara sahip olmak, bunun için savaşmak, savaşırken de sadece insanlara karşı değil, en başta yok olmuş doğa ve mutasyona uğramış yaratıklara karşı da mücadele vermek gerekiyordu.
Bu diyaloglardan sonra bana bir yer tarif etti ve tanıdığı dostunda bahsetti. Ona gidersem ilk olarak bana kendimi savunmam için silah ve ekipman vereceğini söyledi ve arkamdaki kapı yılların verdiği eskilikle gıcırdayarak sonuna kadar açıldı. Yer altından çıkma vakti gelmişti artık. Merdivenlerden teker teker çıkarken hiçbir şey düşünmüyordum. Ta ki karşıma çıkan manzarayı görene kadar.