"Rapture sizin de şehriniz olabilir."
Daha baştan açık konuşmakta fayda var: Oyun kitaplarını sevmem. Daha doğrusu oyunların hikayelerini anlatan, senaryonun kitap haline geldiği, oyun evrenine hiçbir şey katmayan ürünleri sevemedim bir türlü. Benim şahsi fikrime göre, oyunlardan esinlenerek gelen kitaplar, filmler kendi hikayelerine sahip olmalı, o evrene yeni bir şeyler katabilmelidir.
Peki, elimizdeki Rapture Şehri isimli roman hangi kategoriye giriyor? Kesinlikle ikinci söylediğim madde dahilinde değerlendirebilirsiniz. John Shirley tarafından yazılan Rapture Şehri, oyun dünyasının en sağlam kurgularından birini alıyor ve ona kendi yorumunu katarak harika bir başlangıç hikayesi oluşturuyor. Elbette burada söz konusu olan Bioshock olduğu için aynı zamanda büyük bir eksiği de kapatıyor.
Video oyunları içerisinde Rapture şehrinin tekinsiz kokusunu çok fazla solumuş olsak da sıfır noktasına gittiğimizde Ken Levine ve ekibi hep bizi hüsrana uğratmayı seçti. Olayların nasıl karıştığını biliyoruz, oyunda hatırladığımız distopyaya nasıl ulaştığımızın farkındayız ama işlerin nasıl başladığı hep bir yerde cevaplanmamış -daha doğrusu tam cevaplanmamış- soru olarak kalmıştı.
Infitine daha genel sorulara cevap bulmayı seçerken, Columbia belki hikayenin de barındırdığı pilot twist'lerden dolayı bir şekilde kendi başlangıç hikayesine kavuşmuştu. Diğer tarafta Adrew Ryan gölgelerin ardından çıkıp, yüzünü gösterdiğinde bile bazı şeyler bu gizemli adamın ardında kalıyordu. İşte Rapture Şehri o gölgelerin arasına dalıyor ve bizi o çok merak ettiğimiz kuruluş hikayesine götürüyor. Daha doğrusu Andrew Ryan denilen hayalperestin düş dünyasına yolculuk yapmamızı sağlıyor.
Oyunları oynamış olanlar bilir: Bioshock ciddi bir siyaset ve din eleştirisidir. Hatta her zaman dile getirdiğim gibi oyun dünyasında nadir bulunan "derdi olan oyun" sınıfındadır. Ken Levine ve ekibinin size anlatmak istediği şeyleri aktarmak için kullandıkları bir araçtır. İşte o eleştirinin ilk bölümüne Rapture Şehri ile tanık oluyoruz.
1 Eylül 1939 tarihinde Almanya'nın Polonya'yı işgali ve hemen ardından İngiltere ve Fransa'ya savaş ilan etmesiyle II. Dünya Savaşı resmen başlamıştı. Altı yıl boyunca süren kanlı süreç son bulduğunda, ardında belki bugün bile yaraları sarılamayan tonla hasar bıraktı. Roosevelt'in siyaseti ve Amerika'nın yeni sistemi birçok insanın şikayet edeceğini boyutlara ulaştı. Savaş sonrası siyaset ve ekonominin dünya çapında bir kriz halinde olduğunu düşünürsek özellikle vergi konusunda yüzbinlerce insanın isyanda olduğunu tahmin etmek zor değil.