Bavulları toplayın, Paris'e gidiyoruz!
“...Paris, 1789...
Eğer bu şehir ve tarih sizi heyecanlandırmadıysa, ya tarihe merakınız yok ya da ortaokul ve lisede tarih derslerinden rapor aldınız.
Özgürlük, bağımsızlık, demokrasi... Kavramların gerçekten anlam bulduğu yıllardayız bu sefer. Halkın kendine ait olanları almak için savaştığı bir dönemdeyiz. Fransız İhtilalı, Fransız Devrimi…
Uzun zaman sonra ilk kez Assassin’s Creed’de gerçek bir amacın, kutsal bir ideolojinin peşinden gidiyoruz.”Birkaç ay önce yaptığım Assassin’s Creed: Unity
ön incelemesinde bunları yazmıştım. Serinin yaşadığı sorunlar, aylardır gündemden düşmeyen çözünürlük ve performans düşüklüğü söylentileri zerre umurumda değildi. İlk kez, Assassin’s Creed’in uzun macerasının gerçek nedenlerle vücut bulmasını diliyordum.
Kişisel mücadeleler ve intikam öyküleriyle geçen sürüsüne bereket Assassin’s Creed oyunundan sonra, Unity farklı bir işi başarmak zorundaydı. Misyonu
1789-1799 dönemini anlatmak olan bir oyunda, ne Arno önemlidir ne de başka bir karakter. Son dönemde toplumsal olaylara değinen oyunların sayısı artmakta ve böyle hikayeleri oluşturan ekiplerin/kişilerin varlığı beni umutlandırıyor.
Külliyatı gereği tarihi olaylar odak noktasında gibi görünen Assassin’s Creed serisi, aslında hiçbir zaman doğrudan dönemini anlatmadı. Rönesans zamanı da, Amerika’nın bağımsızlık öyküsü sırasında da söylediğim durum değişmedi. İki topluluğun birbiriyle olan çekişmesi her zaman ön plana çıktı.
Şimdiyse,
tarih Assassin’s Creed: Unity ile başrolü alıyor. Unity’nin ana kahramanı, insanlık tarihini baştan sona değiştiren, lise kitaplarından, tarihi kaynaklardan eksik olmayan Fransız Devrimi oluyor. Fakat oyun öyle bir başlıyor ki, serinin bu noktaya nasıl geldiğini anlamaya başlıyorsunuz.
İki tarafın arasındaki hattın keskinliği oyun ilerledikçe ortadan kaybolmaya başlıyor. “Unite” sloganından zaten bunu belli eden Assassin’s Creed: Unity, Tapınakçı-Suikastçı mücadelesini bambaşka bir boyuta taşımayı kendine görev belliyor.