1/6

Assassin's Creed 3 (PS3)

Murat Halilbeyoğlu 5.11.2012 - 16:56
Bir ülke kurmak için kaç adam gerekir?
Platformlar PC, PlayStation 3, XBox 360
Assassin's Creed 3 (PS3)
  • Yapımcı - Yayıncı Ubisoft Montreal - Ubisoft
  • Çoklu Oyuncu: Var
  • Oyun Türü: Aksiyon
  • Web Sitesi
Merlin Puanı 97
Artılar - Farklı tarzda büyük sürprizlerle dolu hikaye anlatımı, dövüş sistemi ve muhteşem animasyonları, ana görev haricinde çok fazla oyalanacak seçeneğimiz olması, deniz savaşları
Eksiler - Kendisine yakışmayacak grafik hataları, diyaloglardaki senkron eksikliği, draw distance eksikliği, müzikler biraz daha fazla olabilirdi
“Yalnız olmak kötü dostlarla olmaktan iyidir”
         (It is better to be alone than in bad company)
                    -George Washington

Bu sözle başladım yazıya. Çok özlü bir söz olduğu için değil, Washington’ın zekasını göstermek için de değil. Nitekim bu söz her zaman, her yerde geçerli olan bir sözdür ancak yazıya koyma sebebim bunu anlatmak da değil. Bu sözle başladım yazıya çünkü bu söz sadece bir söz değil. Bu, bir adamın hayatının özeti; Ratonhnhaké:ton yani nam-ı diğer Connor’ın hayatının.

2007’de başlayan Assassin’s Creed dizisi biz oyuncuların hayatına Jade Raymond’dan başka daha  farklı şeyler de kattı. Belki eski oyunlarla benzerlikleri vardı, belki kötü yanları ama her zaman için Assassin’s Creed denildiğinde insan şöyle durup bir düşünür olmuştu.

İlk önce günümüzde (daha doğrusu 2007’deki günümüzde) Desmond Miles’ı tanıdık. Sıradan bir barmendi Desmond. İşini seven, eğlenen, olayları kafasına fazla takmayan genç bir adam. Ardından Abstergo’yu tanıdık. Dünyanın kontrolünü ele geçirmeye çalışan, Animus adından devrimsel bir teknolojiye sahip olan, gizli işlerin içinde, güçlü bir şirket. Bu ikisinin bir araya gelmesi ile Altair karşımıza çıktı. Başlarda asabi ve sabırsız, sadece görevine ve başarıya odaklanıp bu uğurda verdiği ek hasarlara gözünü kapayan ancak zamanla öğrendikleri ve yaşadıklarından ders çıkartarak bilgeleşen bir katil. Ondan sonra Ezio geldi…

Ezio farklıydı. Onun doğumuna şahit olduk. Yeni doğmuş bir halde o ufacık ellerini ve ayaklarını hareket ettirdik onun. Sonra genç ve çapkın bir delikanlıyken, her genç ve çapkın delikanlı gibi, girdiği aşk meşk işlerine yardım ettik. Bu zaman boyunca kavgalardan da kaçmadık. Kardeşimiz ile çatılarda yarıştık. Sonra herşey bir anda altüst oldu. Ezio’nun erkek kardeşleri ve babasının ihanete uğradığına ve asıldığına şahit olduk. Annesinin şok geçirerek ömür boyu sessizleştiğine, amcasının Cesare Borgia tarafından katledilmesine, Caterina Sforza ile aşkına, koskoca Papa Rodrigo Borgia’yı öldürmesine.

Ülkemize, şehrimiz İstanbul’u ziyaretine şahit olduk. Genç şehzade Süleyman’a yardımına, babası Sultan Selim’e -anlık da olsa- kafa tutmasına şahit olduk ve her insanoğlu gibi bu dünyadan göçüp gitmesine. Ezio’yu biz büyüttük, biz eğittik. Onun aşkı bizim aşkımızdı, intikamı bizim intikamımız, kaderi bizim kaderimizdi. Hatta elindeki kan bile bizim elimize bulaşmıştı.

Fakat bunların hepsi artık geride kaldı. Rönesans dönemi artık bitti. Artık muhteşem sanat eserleri, orta çağ müzikleri, Leonardo DaVinci ya da Medici ailesi veya Roma ve Floransa yok. Artık başka yerlerdeyiz. Daha önce hiçbir insanın görmemiş olduğu yerlerde, farklı bir kıtada, farklı bir kültürde, farklı bir asırda ve çok farklı bir oyunda.

Assassin's Creed 3 (PS3)


Cesur yeni dünya

Baştan itiraf edeyim, her ne kadar yazıya bir etkisi olmayacak olsa da, benim için serinin en güzel oyunu Assassin’s Creed II’dir. Evet, belki Brotherhood da ona yakın güzellikte olabilir ancak ikinci oyunun yeri kesinlikle ayrıdır benim için. Daha derin bir içerik, daha etkili bir senaryo ve Ezio Auditore de Firenze’nin karizması ciddi anlamda etkilemiştir beni. Hele ki o oyunla karşımıza çıkan glyph’ler ve onların gerçek tarihe mükemmel bir şekilde yerleştirilmiş bulmacaları… Belki bazılarınız katılmayacak ancak birinci oyun ile ikinci oyun arasında hem teknik hem de diğer unsurlardan oldukça büyük gelişmeler de yatar.
İşte esas konumuz olan Assassin’s Creed 3 de (AC3) bu değişim benzerliğini fazlası ile taşıyan bir oyun. Her anlamda, bildiğiniz o eski AC oyunlarını, unutmayın ancak, bir kenara bırakın ve AC 3’e o gözle bakın. Çünkü yeni dönem bir Assassin’s Creed ve yeni dönem bir suikastçı ile karşı karşıyasınız. Ve bunu daha ilk andan itibaren anlıyorsunuz.

Ubisoft oyun çıkana kadar bizi pek çok video ve görselle besledi sağolsun. Hatta arada sıklıkla “O kadar çok videosunu izledik ki oyunu oynamış kadar olduk” şeklinde yorumlar bile yapılıyordu ki ben de oyunu oynayıp bitirene kadar bu fikre kısmen katılıyordum ancak kazın ayağı öyle değilmiş meğerse.

Size oyunu alıp eve geldiğinizde başınıza gelecekleri söyleyeyim. AC3’ü kurup açtığınızda ve Desmond Animus’a yattığında karşınızda Connor’ı beklerken bir anda orta yaşlı, sert ancak centilmenlikten vazgeçemeyen bir İngiliz lordu, Haytham Kenway ile karşılaşacaksınız. Siz de benim gibi “Neyse herhalde bu sefer farklı bir giriş (prologue) düşünmüşler” deyip oynamaya başlayacaksınız. Lakin bir iki saat sonra hala Haytham ile oynadığınızı fark ettiğinizde “Yahu ben yanlış oyunu mu aldım acaba?” demeye başlayacaksınız. Sonraki birkaç saat oyun sizi neşelendirse de kafanızda hep bir soru işareti kalacak ve yaklaşık 4 saat sonra olayları ve inanılmaz bir gerçeği fark edeceksiniz. Ardından Connor emrinize amade olacak.