Özel İnceleme
Öncelikle bir Ubisoft klasiği olarak sunucu, bağlantı problemleri, kayıp ödüller, lag vs. vs. bir sürü sorunla yüzleşmek zorunda kalan kullanıcılar, biraz erken tepki vererek hem Steam üzerinden, hem de Metacritic’ten oyuna düşük puanlar vermeye başladı. Şöyle bir düşündüğümüzde, aslında çok da haksız olmadıklarını belirtmek gerekiyor. Çünkü Ubisoft, The Division için öyle bir “hype” treni oluşturdu ki, The Division gelmiş geçmiş en iyi oyun havası verdi. Tabii ki beklentiler bu kadar yüksek olunca da, sonuçlar pek de etkileyici olamadı…
Öncelikle nedir bu The Division, ismi nereden geldi, bu şehre ne oldu diye sormak gerekiyor. Tom Clancy’s The Division’ın ana konusu, Amerika’lıların çılgınca alışveriş yaptığı Kara Cuma gününde başlıyor. Smallpox isimli ölümcül bir virüs, zamanında Amerika ve Rusya tarafından ultra güvenlikli ve gizli laboratuvarlarda saklanmış. Böyle bir virüsü neden saklamışlar diye sorarsanız, iki ülke de birbirine güvenmemiş ve virüsün kimyasal bir silah olarak kullanılabilme ihtimaline karşı, kendi ellerinde bulunmalarını istemişler.
Daha sonra bu virüs, kimin sızdırdığı veya kullandığı belli olmayacak bir şekilde, Amerikan Dolar’larının üzerine serpilmiş. Kara Cuma gibi dakikada milyonlarca doların harcandığı bir günde ise, virüs’ün yayılma hızı katlanarak artmış. Üstelik salgın, New York gibi dünyanın ticaret merkezi denilebilecek bir yerde ortaya çıktığı için, tüm dünyaya yayılması ve ülkeleri, hükümetleri bir bir düşürmesi de oldukça kolay olmuş.
İşte böyle bir ortamda, isyanlar, çeteler ve katliamların engellenmesi için gereken savunma gücü de ne yazık ki çoktan yok olmuş. Bizler ise, The Division’da bu gibi hükümetlerin düştüğü, ülkede savunma yapacak kimsenin kalmadığı gibi durumlar için eğitilen ve devreye sokulmadıkları takdirde kendi hayatlarını yaşayan The Division isimli gizli bir örgütün üyesi olarak oyuna başlıyoruz.
New York’un güzide semtlerinden Brooklyn’de The Division’a ilk adımlarımızı attıktan sonra, New York’u pisliklerden temizlemek için yeni hayatımıza da merhaba demiş oluyoruz. Bu arada Brooklyn’i 4. Seviyede terk ettikten sonra geri dönemeyeceğimizi de belirtelim. Şimdi dilerseniz yavaş yavaş The Division’ın bizlere neler sunduğundan, bizlerin ise The Division’dan neler beklediğimizden bahsedelim.
Öncelikle The Division, resmi sitesinde de büyük puntolar ile yazdığı gibi bir MMO, bir RPG, bir Açık Dünya oyunu olma iddiasını taşıyor. Şimdi sırası ile bunların ne kadarının haklı, ne kadarının ise hakkını verdiğini sırasıyla inceleyelim.
İlk olarak MMO iddiasını masaya yatıralım. MMO’nun açılı olan Massive Multiplayer Online kavramı, yani Devasa Çok oyunculu Çevirimiçi iddiası, The Division için kısmen haklı bir iddia. Çünkü oyun içerisinde her an çevirim içiyiz, ve birçok bölgede başkaları ile karşılaşabiliyoruz. Ama burada dikkat etmemiz gereken bir nokta mevcut. Oda MMO’nun “Massive” yani “Devasa” kısmı. Geleneksel MMO’lara baktığımızda, “Massive” etiketini takınan oyunların genelde her bölgesi, tamamen oyuncular ile dolu, her an başkaları ile karşılaşabileceğimiz bölgelere ile kaynayan yerlerden oluşuyor. The Division’da ise, Dark Zone haricindeki PVE alanların farklı oyuncular ile karşılaşmak, aynı parti içerisinde olmadıkça neredeyse imkansız. Çünkü oyun binlerce farklı instance’lardan yani küçük sunuculardan oluşuyor. Kısacası TheDivision’ın bir MMO’dan çok MO olduğunu söyleyebiliriz.
Bu sene iyi kış yapacak
Evet, büyük gün geldi çattı. Aylardır hakkında yüzlerce söylenti dolaşan, beta dosyaları didik didik edilen, grafikleri ile dilden dile dolaşan Tom Clancy’s The Division, geçtiğimiz gün resmi olarak raflardaki yerini aldı. Aldı ama, bir sorun nasıl aldı.Öncelikle bir Ubisoft klasiği olarak sunucu, bağlantı problemleri, kayıp ödüller, lag vs. vs. bir sürü sorunla yüzleşmek zorunda kalan kullanıcılar, biraz erken tepki vererek hem Steam üzerinden, hem de Metacritic’ten oyuna düşük puanlar vermeye başladı. Şöyle bir düşündüğümüzde, aslında çok da haksız olmadıklarını belirtmek gerekiyor. Çünkü Ubisoft, The Division için öyle bir “hype” treni oluşturdu ki, The Division gelmiş geçmiş en iyi oyun havası verdi. Tabii ki beklentiler bu kadar yüksek olunca da, sonuçlar pek de etkileyici olamadı…
MMO’nun açılımı olan Massive Multiplayer Online kavramı, yani Devasa Çok oyunculu Çevirimiçi iddiası, The Division için kısmen haklı bir iddia.
Daha sonra bu virüs, kimin sızdırdığı veya kullandığı belli olmayacak bir şekilde, Amerikan Dolar’larının üzerine serpilmiş. Kara Cuma gibi dakikada milyonlarca doların harcandığı bir günde ise, virüs’ün yayılma hızı katlanarak artmış. Üstelik salgın, New York gibi dünyanın ticaret merkezi denilebilecek bir yerde ortaya çıktığı için, tüm dünyaya yayılması ve ülkeleri, hükümetleri bir bir düşürmesi de oldukça kolay olmuş.
İşte böyle bir ortamda, isyanlar, çeteler ve katliamların engellenmesi için gereken savunma gücü de ne yazık ki çoktan yok olmuş. Bizler ise, The Division’da bu gibi hükümetlerin düştüğü, ülkede savunma yapacak kimsenin kalmadığı gibi durumlar için eğitilen ve devreye sokulmadıkları takdirde kendi hayatlarını yaşayan The Division isimli gizli bir örgütün üyesi olarak oyuna başlıyoruz.
New York’un güzide semtlerinden Brooklyn’de The Division’a ilk adımlarımızı attıktan sonra, New York’u pisliklerden temizlemek için yeni hayatımıza da merhaba demiş oluyoruz. Bu arada Brooklyn’i 4. Seviyede terk ettikten sonra geri dönemeyeceğimizi de belirtelim. Şimdi dilerseniz yavaş yavaş The Division’ın bizlere neler sunduğundan, bizlerin ise The Division’dan neler beklediğimizden bahsedelim.
Öncelikle The Division, resmi sitesinde de büyük puntolar ile yazdığı gibi bir MMO, bir RPG, bir Açık Dünya oyunu olma iddiasını taşıyor. Şimdi sırası ile bunların ne kadarının haklı, ne kadarının ise hakkını verdiğini sırasıyla inceleyelim.
İlk olarak MMO iddiasını masaya yatıralım. MMO’nun açılı olan Massive Multiplayer Online kavramı, yani Devasa Çok oyunculu Çevirimiçi iddiası, The Division için kısmen haklı bir iddia. Çünkü oyun içerisinde her an çevirim içiyiz, ve birçok bölgede başkaları ile karşılaşabiliyoruz. Ama burada dikkat etmemiz gereken bir nokta mevcut. Oda MMO’nun “Massive” yani “Devasa” kısmı. Geleneksel MMO’lara baktığımızda, “Massive” etiketini takınan oyunların genelde her bölgesi, tamamen oyuncular ile dolu, her an başkaları ile karşılaşabileceğimiz bölgelere ile kaynayan yerlerden oluşuyor. The Division’da ise, Dark Zone haricindeki PVE alanların farklı oyuncular ile karşılaşmak, aynı parti içerisinde olmadıkça neredeyse imkansız. Çünkü oyun binlerce farklı instance’lardan yani küçük sunuculardan oluşuyor. Kısacası TheDivision’ın bir MMO’dan çok MO olduğunu söyleyebiliriz.