Bazı oyunlar vardır hani.. Olabildiğince sade ve basit bir şekilde karşımıza çıkar. Fakat tüm bu sadeliğine rağmen aslında üzerine düşen görevi fazlasıyla yerine getirmeyi de başarmıştır. İşte baştan sona kadar büyük bir dizginlik ile oynayacağınız Gris isimli oyunu da bu tür oyunlar arasına koyabiliriz. Bir solukta bitirdiğim, başına oturmam ile birlikte sadece o ana odaklandığım bir oyun oldu Gris. Peki ama Gris'i bu kadar özel kılan etkenler nedir? İşte incelememizde de buna odaklanacağız.
Eğer daha önce Journey ya da Abzu tarzındaki oyunları oynadıysanız eminim ne demek istediğimi de daha net bir şekilde anlamışsınızdır. Sanatın oyun ile bütünleştiği bir tarzda olan bu oyunlar, hem su gibi akması hem de mükemmel görselleri ile kalbimize dokunmayı başarmıştı. işte Gris bu tarz oyunların izinden gidiyor ve sahip olduğu özellikler ile birlikte tıpkı onlar gibi kalbimize dokunmayı başarıyor.
Oyuna ne olduğunu anlamadan, nasıl bir dünya içerisinde olduğunuzu bilmeden başlıyorsunuz. Narin ama bir o kadar da cevval bir karakteri yönettiğimiz Gris, tüm bu merak ettiğiniz etkenlerden ziyade sizi tamamen çıkacağınız yolculuğa hazırlıyor. Ayağınızı sapasağlam yere bastığınızı zannettiğiniz anda, alanın paramparça olması ile birlikte tabir-i caiz ise siz de bodoslama oyunun içerisinde kendinizi buluyorsunuz. Süzülerek ilerliyor ve oyunun başından sonuna kadar bu maceranın önemli bir parçası olduğunuzu hissetmeye devam ediyorsunuz. Dediğim gibi Gris isimli bu oyunda ne büyük fırtınalar kopuyor, ne de sizi dumura uğratacak bir hikaye ile karşılaşıyorsunuz. Buna rağmen çıkmış olduğunuz bu yolculuk, oyunun görsel gücü ile birleşerek size ender rastlayacağınız bir deneyim sunuyor.
Gris için kısaca platform öğelerini küçük bulmaca öğeleri ile birleştiren, fakat bunu mükemmel görsellik ile sunabilen bir oyun diyebiliriz. Evet, çok kısa sürüyor, basit bulmacalar ile karşılaşıyorsunuz. Evet, bulmacaları kolay bir şekilde geçiyor ama zaman zaman daha fazla uğraşmak istediğiniz anlar da oluyor diyebilirim. Platform öğeleri ise genelde zıplama, bazı engelleri aşma ya da kırma üzerine kurulmuş durumda. Genel hatları ile metroidvania olmaktan uzak ama haritanın farklı parçalardan oluşan bir yapıda olduğunu da söyleyebilirim. Aynı mekanları tekrar tekrar dolaşmıyorsunuz ama katmanlı bir şekilde oluşan bölgelerle de karşılaşıyorsunuz.
Tabi ki Gris'i özel kılan sadece bunlarla sınırlı değil. Daha doğrusu bu dinamiklere sahip belki de onlarca, yüzlerce oyun var. Fakat Gris'i Journey ve Abzu gibi yapımların arasına koyan yegane nokta kullanmış olduğu görsel şölende gizli. Oyun başta da vurguladığım sade yapısına rağmen o kadar güzel geçişlere, grafiklere sahip ki, kendinizi adeta masalsı bir atmosferin ortasında buluyorsunuz. Çizimler ve bu çizimlere dayalı animasyonlar her anında sizi etkilemeyi başarıyor. Üstelik maceranızda ilerledikçe oyun alanına gelen renkler, sanki Bob Ross'un tuvaline yeni renkler saçıyormuşçasına etkiliyor sizi. Hatta kamera kullanımı olarak Journey sonrası beni etkilemeyi başaran yegane oyunlardan biri olduğunu da söyleyebilirim. Bir anda karaktere odaklanırken bir sonraki sahnede aslında kocaman bir dünya içerisinde yalnız başımıza olduğumuzu tokat gibi yüzümüze çarpabiliyor. Üstelik bu keskin ama etkili geçişi o kadar güzel bir şekilde yapıyor ki oyun boyunca karşılaşacağınız manzaraları da merak etmeye başlıyorsunuz.
Gris'in beni etkileyen bir diğer yönü oynanışla bütünleşen müzikleri. "Bir oyun konuşmadan, anlatmadan nasıl güzel olabilir?" diye sormayın. Oluyor işte. karakterinizin o sonsuzluk içerisinde süzülürken kulağınıza çalınan müzikler, oyunun atmosferini de tamamlamayı başarıyor. Bir fırtına ile karşılaştığınızda ya da büyük bir dağdan aşağı doğru süzüldüğünüzde, müzikler de hiddetleniyor ve bu macera boyunca size olması gerektiği tonlamalar ile eşlik ediyorlar.
Sonuç olarak Gris herkese hitap eden bir oyun değil, bunu kabul etmek gerek. Belki aksiyona doyamayan, sürekli bunun peşinde koşan oyuncular için Gris ya da bu yazdıklarım çok anlamsız gelecek. Oyunun kolay, kısa ve yer yer kendini tekrar ettiğini de söylemem lazım. Fakat genele vurduğunuzda bu kendini tekrar eden kısımlar bile o kadar güzel işlenmiş ki, sanki bulutların arasında kaybolmuşsunuz da her bulutta farklı bir imge arıyormuşsunuz gibi oluyor. Yani karşılaştığınız her engel, her bulmaca, aslında yediğiniz bu leziz yemek içerisinde bir baharata dönüşüveriyor. Siz de kısa olmasına rağmen damağınızda kalacak tat ile birlikte yemek masasından mutlu bir şekilde ayrılıyorsunuz.