Uzun süredir bizlerle birlikte olan Sam Fisher, sessiz sedasız yürüttüğü
maceralarına devam ediyor. Cep telefonlarından Game Boy Advance’e kadar pek çok
platformda dolaşan karakterimiz, bu defa mekan olarak kendisine PSP’yi
belirlemiş. Elbette Sam Fisher’ı 3D olarak PSP’de oynamak, 2D kayar ekranlı
ortamlarda oynamaktan çok daha zevkli. Ancak yapımın tüm beklentilerimizi
karşılamaya yetmediği de bir gerçek.
PSP platformu için özel olarak geliştirilen Splinter Cell Essentials, serinin
Double Agent ayağından hemen sonraki kısma oturuyor. Oyun başlayınca Sam’i biraz
kederli bir anında buluyoruz. Sam, bundan yıllar önce o görevdeyken sarhoş bir
sürücü yüzünden ölen kızının yıl dönümü nedeni ile mezarını ziyarete gelir.
Ancak üzüntüsünü bile doğru düzgün yaşayamadan, kendi ülkesinin gizli ajanları
tarafından tutuklanır. Serinin önceki versiyonlarından da bildiğimiz gibi
ajanların ısrarlı soruları Sam’in neden Third Echelon’a katıldığı ve terörist
guruplara dahil olduğu yönündedir. Temel olarak Flashback’lerden oluşan
görevlerde tanıdık sahnelere rastlamak da mümkün oluyor. Bölümlerde genel olarak
Sam’e karşı sivilleri öldürdüğü yönünde bir suçlama bulunuyor. Ancak
kahramanımız bu suçlamaların doğru olmadığını belirterek aslında nasıl olduğunu
söylüyor. İşte bu söyleme noktasında biz devreye giriyoruz ve olayların aslında
nasıl geliştiğini bizzat oynayarak öğreniyoruz. Sık sık ara sahneler ve
Flashback’lerle kesilen dokuz ana görev ve üç bonus görev, gerçeğin ortaya
çıkması için bizleri bekliyor. Aslında ortaya çıkan yalnız gerçek olmuyor; bir
yandan da Sam’in kariyerine başladığı ilk görevinden Double Agent’a kadar olan
kısmı taradığımız söylenebilir.
Gizli ajan
Yapımda aksiyon ve taktik iç içe geçtiğinden her zaman olduğu gibi ekranın sağ
alt köşesinde ses ve ışık miktarını gösteren bir bar bulunuyor. Bu barlara göre
ne kadar görünmez ne kadar meydanda olduğumuz anlaşılıyor. Duvarlarda,
nesnelerin arkasında saklanmak; eğilerek ses çıkartmadan yürümek serinin
vazgeçilmezlerinden olmayı sürdürüyor. Bunun dışında diğer versiyonlardan alışık
olduğumuz Sam’in yardımcı araçları da PSP’de varlıklarını muhafaza ediyor.
Dürbün, maymuncuk, gece görüşü, susturucu gibi tanıdık gereçler bir numaralı
dostumuz. Bir diğer tanıdık şeyler ise Sam’in aksiyonlarında boy gösteriyor.
Zıplayarak borulara tutunmak, yukarda sarkarak düşmana görünmemek, sessizce
düşmanı öldürmek ve daha sonrada görülmeyecek bir yere taşımak, bilgisayarları
hack’lemek tarzı aksiyonlar da işin daha ziyade taktik kısmında yer alıyor.
Analog kol ile kontrol ettiğimiz Sam’in, ne yazık ki gittiği yöne göre otomatik
bir kamera takibi yapılmıyor. Bu nedenle sürekli olarak önce O tuşuna basılı
tutuyor, sonra da analog kolu hareket ettirerek kamera açısını değiştiriyoruz.
Üçgen ile zıplarken, kare ile çömeliyor, X ile ise kapı açma gibi komutları
gerçekleştiriyoruz. Zoom yapma, gece görüşü, silahı ele alma gibi aksiyonlar ise
ok tuşlarına atanmış. R tuşu ise tetik görevini üstlenmiş. Genel olarak
kontrollerin pek zor olmadığını görüyoruz. Bu noktada tek can sıkıcı olan şey
kamera kontrolü ile uğraşmak. Öldüğümüz vakit ise yeniden oyuna dönebilmemiz
için ise en az otuz saniyelik bir yükleme ekranını beklemek zorunda kalıyoruz.
Keza oyun için diğer bekleme sürelerinin de çok kısa olduğunu söyleyemem. Bazı
karanlık bölümlerin ise fazla karanlık olduğu ve Sam’in saklandığı yerde yüzünün
baktığı yönü gördüğümüz vakit, saklanılan yerden düşmanın olup olmadığını
bilmeden bodoslama çıkmak zorunda kalabiliyoruz.
Sam’in macerası biter
Single player modundan sıkılanlar için ise Ad-hoc modu üzerinden desteklenen
birde multiplayer modu bulunuyor. Spy vs Spy şeklinde olan modun daha çok bir
deathmatch olduğunu da söyleyebiliriz. Splinter Cell her ne kadar teknik
hataları nedeni ile puan kaybetse de seriyi ve türü sevenler için ortalama üstü
bir alternatif oluşturuyor. Farklı bir şeyler oynamak için tercih edilebilir.