Seksenli yıllarda popüler hale gelen bilim kurgu ve distopya teması, halen temcit pilavı misali tekrar tekrar ısıtılıp eğlence sektöründe önümüze sunuluyor. Filmleri ve kitapları bir kenara bıraktığımızda video oyunlarda distopyanın hakim olduğu dünya ile daha fazla etkileşim halinde olduğumuzdan, hikayeyi adeta yaşayabiliyoruz. Genellikle sinematik oynanışa sahip oyunlarda daha da gözümüze sokulan bu distopya teması, az bir seviyede de olsa bile fütüristik bir halde en son Detroit: Become Human’la tekrar karşımıza çıktı. Sentetik canlıların hak arayışını anlatan yapım makyajlanarak güzel gibi gözükse de, aslında oldukça klişe bir hikayeye sahipti. Detroit Become: Human’ın ardından piyasaya sürülen ve daha gergin bir havaya sahip olan State of Mind ise Türkçe altyazı desteğiyle bu yolu izleyen oyunlar arasına girdi.
Seçimlere dayalı sinematik oynanışa sahip olan State of Mind, ilk olarak çizim tarzı ve grafikleriyle dikkatleri üzerine çekti. Deponia serisinin yanında Edna and Harvey ve The Whispered World gibi yapımlarla oyuncuların kalbini kazanan Almanyalı Daedalic Entertainment’ın yeni oyunu, oyunun ana karakteri Richard’ı, Witcher serisinden tanıdığımız Geralt’ı seslendiren Doug Cockle’a emanet etmiş. Bu sebepten dolayı eğer Witcher serisini seviyorsanız, ana karakterin sesine alışmanız biraz zaman alabiliyor. Sadece hikaye tarafıyla ön plana çıkan State of Mind içerisinde pek fazla oynanış öğesi yok. Yarı açık bir dünyada koşuşturduğumuz yapımda, seçimlerin de pek fazla önem taşıdığını söyleyemiyoruz. Genel olarak size sunulmuş olan hikaye içerisinde git/gel durumları yaşıyorsunuz. Bu yüzden hikayenin gidişatına Quantic Dream oyunlarında olduğu gibi müdahale etmeyi bekliyorsanız hayal kırıklığına uğrayabilirsiniz.
Oyunun çizimleri göze güzel gözükse de, maalesef animasyonlar için aynı şeyi söylemek zor. Hali hazırda sinematik bir oynanışa sahip olan State of Mind’ın en azından bu tarafının iyi olmasını bekliyorduk. Ancak bunların yanında oyunun dünyasının ise oldukça güzel detaylara sahip olduğunu belirtmeliyim. Eğer distopya romanlarını ve filmlerini seviyorsanız, bu detayların bir gün günümüz dünyasında gerçekleşecek olması bile oldukça korkutucu. Dünyanın Batı ve Doğu olarak iki bloğa ayrılması ve katı kurallarla yönetilmesi, yozlaşmış bir halk, dronlar ile ev camlarından reklam gösterilmesi, günlük hayatın her noktasına girmiş olan AR teknolojiye dengesiz bir şekilde müdahale edilmesi gibi detaylar oyunu zenginleştirmeyi başarmış.
Hikaye tarafındaysa yavaş bir şekilde açılan State of Mind’a zaman vermek zorundasınız. Richard’ın geçirdiği araba kazası sonrasında Adam isimli bir başka karaktere ani geçişler yapan oyun, iki karakteri çok kritik bir yerde kesiştiriyor. Zaten oyunun hikayesi ise tam burada başlamakta. İki karakter arasında olan ilişkiyi öğrendiğinizde ne olup ne bittiğini öğrenmek için merak duygunuz, oyunu oynamanız için sizi körüklüyor.
Sinematik bir hikaye içerisinde sağdan sola savrulduğumuz State of Mind’ın seslendirme tarafı ise maalesef yeterli düzeyde değil. Her ne kadar Doug Cockle başarılı bir iş ortaya koymuş olsa da, diğer karakterleri seslendiren kişiler bazen sanki düz bir metin okuyormuş gibi hissettiriyor. Oyunun yarı açık dünyasında yer alan detaylarsa bazen gereksiz seviyede tutulmuş. Oyunun oynanış süresini uzatmaya yarayan bu detaylar, bazen hikayede işimize yarasa da, çoğu zaman zaman kaybı bilgiler içerebiliyor. Ancak 2048 yılının dünyasında yaşam standartlarının nasıl bir halde olduğunu merak ediyorsanız, bu detayları kaçırmamanızı öneriyorum.